Güncel Vaazlar Kitabımız Satışta!
Güncel Vaazlar Kitabımız Satışta!
Güncel Vaazlar Kitabımız Satışta!
Güncel Vaazlar Kitabımız Satışta!

MÜSLÜMANIN MERHAMETİNE Mİ ŞAŞIYORSUNUZ?

Değerli kardeşlerim:

Hz. Âdem ile başlayan insanın serüveninde Âdemoğlu kendi varlığını her daim sorgulamış ve bu sorgulama neticesinde kendini konumlandırmaya çalışmıştır. Bu konumlandırmada insan Rabbinin ona verdiği değerlere sahip çıkmakla yaratılmışların en üstünü haline gelirken, değerlerine ihanet ettiğinde cennetten kovulmasına sebep olan şeytan gibi aşağıların aşağısına indiğine tarih boyunca hep şahit olmuşuzdur.

Dün olduğu gibi bugünde insan olanlarla, insanlığını kaybedenlerin mücadelesinde değerlerine sahip çıkanların ortaya koyduğu ahlakı değerler bunlardan uzak olanlar tarafından hayretle karşılanmaktadır.

Çünkü onlar bütün varlıklarını kan ve gözyaşı üzerine kurmuş ve hükümlerinin de ancak zulüm ile devam edeceğine inanmış hayvani içgüdülere sahip yaratıklardır.

Rabbimiz bu kimseleri ifade ederken şu beyanda bulunmaktadır:

اِنْ هُمْ اِلَّا كَالْاَنْـعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ سَبٖيلاًࣖ 

“Onlar ancak hayvanlar gibidir; hatta onlar yolca hayvanlardan daha sapıktırlar.” [1]

Rabbimizin ifadesi ile hayvani dürtülerle hareket edenler tarih boyunca dünyaya zulümden başka bir şey getirmemiş ve adaletin azılı düşmanları olmuşlardır. Ancak ne kadar zalim olursalar olsunlar hak her zaman tecelli edeceği de firavunun kızıl denizde boğulurken ortaya koyduğu cümlelerle ortaya çıktığı açık bir gerçektir.

Ne demişti zalimliği ile ün salmış olan o firavun?

Sonunda Firavun boğulmak üzereyken şöyle dedi: “Elhak inandım ki, İsrâiloğulları’nın iman ettiğinden başka tanrı yokmuş! Ben de artık kendini O’na teslim edenlerden biriyim.”

آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ وَكُنْتَ مِنَ الْمُفْسِدٖينَ

“Şimdi mi? Hâlbuki daha önce hep baş kaldırmış ve bozguncular arasında yer almıştın.” [2]

Evet! Bugünün firavunları da eninde sonunda kendilerini boğacak olan kızıl denizleri ile buluşacak ve kendilerini kurtarabilecek hiçbir imkânda bulamayacaklar. Bizim bu konuda zerre kadar şüphemiz yok!

Bize düşen ise zalimlerle iş tutmamak ve onların zulmüne karşın Rabbimizin bize verdiği merhameti kuşanmaktır. Bu merhamet ise hayatın her alanında olması gerektiği gibi en zor kararlarda bile kaybedilmemesi gereken İslami ve insani bir değerdir.

Bu değerlerin kazanılmasında ise bizler için en güzel örnek Allah Resulü s.a.v’ dir. O ki, kendisine ve ashabına onca zulmü ve işkenceyi reva gören müşriklere karşı İslam’ın savaş hukukunu ortaya koymuş ve bütün zalimliklerine karşı onlara merhametli davranmıştır. Bu merhamete bir misal olması açısından bedir savaşına bakmak Müslüman’ın üzerinde taşıması gereken özellikleri daha net anlaması açısından çok önemlidir.

Bedir savaşı kazanılıp esirlerin eli bağlı şekilde Allah Resulü s.a.v ‘in huzuruna getirildiğinde Allah Resulü onların ellerinin çözülmesini, yediklerinden yedirilmesini ve giydiklerinden giydirilmesini emretmişti. Bunun üzerine ashaptan bazıları;

  • Ya Resülallah onlar bize çok zulüm ettiler! Dediklerinde;
  • Biz onlar gibi değiliz! Diyerek ashabı bundan men etmiştir.

Bunun bir neticesi olarak esirler arasında bulunan birçok müşrik bunu ikrar etmiş ve hayranlıklarını gizleyememişlerdir. Bunlardan biride Mus’ab bin Umeyr’in birâderi Ebû Aziz’dir. O bu konuda şöyle demektedir:

“Bedir Savaşı’nda ben de esir düşmüş, Ensâr’dan bir topluluğa teslîm edilmiştim. Bedir’den dönerken, sabah ve akşam yemekleri geldiğinde ekmeği bana verirler, kendileri kuru hurma ile idâre ederlerdi. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v), esirlere güzel muâmelede bulunmalarını tavsiye etmişti. Onlardan birinin eline bir ekmek parçası geçse hemen onu getirip bana verirdi. Ben hayâ eder o ekmek parçasını onlardan birine iâde ederdim, ancak o ekmeği tekrar bana verir, kesinlikle el sürmezdi.” [3]

Nitekim Rabbimiz ashabın bu hasletini överek şöyle buyurmuştur:

وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّهٖ مِسْكٖيناً وَيَتٖيماً وَاَسٖيراً

“Onlar, kendileri (yemek) istedikleri halde yiyeceği yoksula, yetime ve esire ikram ederler.” [4]

Bizler savaşta dahi esirlere böyle davranırken, savaşı da zulüm etmek için değil sadece Allah rızası için yaparız. Çünkü bu Rabbimizin bize açık emridir:

وَقَاتِلُوا فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ الَّذٖينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدٖينَ

“Size karşı savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın, fakat aşırılığa sapmayın; Allah aşırılığa sapanları sevmez.” [5]

İşte bu sebeplerdir ki, Allah Resulünün ve ashabının savaşta ve barışta insanlık onurunu yaralayacak hiç bir hareket içerisine girmemiştir. Ancak zamanla nefislerine köle olan Müslümanların kendi kardeşlerine karşı dahi acımasız bir savaş yürüttükleri, bunu yaparken de kâfirle iş tuttukları yadsınamaz bir gerçektir.

Kâfir ise batıl olan emellerine ulaşmak adına peşine taktığı sözde Müslümanların bitmek bilmez arzularını kullanarak İslam’ı bir terör dini olduğunu toplumlara empoze ederek kurduğu İşid ve benzeri yapılanmalarla da insanların İslam ile müşerref olmalarını engelleyecek algılar oluşturmaktadırlar.

Son yüz yılda bunun birçok örneğine şahit olduğumuz algılarla Müslümanlar kafa kesen, tecavüzcü, hırsız ve de arsız bir kimliğe sahip olduğu zihinlere yerleştirildi.

Ancak gerçekte cani, hırsız, tecavüzcü, ahlaksız olan Siyonist ve benzeri yapılanmalar olduğu Filistin gerçeğinde net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Çünkü bu zihniyet öylesine çürümüş bir inanca sahiptir ki, onlara göre kendilerinden olmayanlar ancak hayvanlardır ve hayvanları katletmek, tecavüz etmek, topraklarını gasp etmek Allah’ın onlara verdiği bir hak olduğu kanısındadırlar.

Bunu yaparken de ellerinde ki maddi güç ile her şeyi çözeceğini zanneden bu terör çeteleri Gazze duvarına toslamış ve gerçek Müslümanlığın aydınlığında gözleri kör olmuştur.

Oluşturmak istedikleri algılar oradaki mücahitlerin ahlakı, inancı, alçak gönüllüğü ve diğer gamlık karşısında şekerin suda eridiği gibi erimiş durumdadır. Yaşadıkları onca soykırıma rağmen inancının gereği ortaya koydukları sabır, savaş hukukuna riayet ve Rabbinden gelene karşı hamd edişleri dünyadaki bütün uyuyan halkların uyanışına sebep olmuştur.

Bugün zor ve sancılı bir doğum gerçekleştiği bir gerçektir. Bu doğum gerçek İslam ile dünya halklarının buluşması, kukla iktidarların yıkılması ve zalimlerin saltanatlarının son bulması ile sonuçlanacaktır.

Nitekim Rabbimizin şu beyanı bizlerin yaşananlar karşısında çektiğimiz üzüntüye yorum getirerek olanda hayır olduğunu bize göstermektedir:

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـٔاً وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـٔاً وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْؕ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَࣖ 

“Size zor geldiği halde savaş üzerinize farz kılındı. Hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz bilmezsiniz.” [6]

Evet! Gazze deki mücahitler bize bir sefer daha gösterdi ki, İslam insanların saadeti ve mutluluğu için yegâne dindir. Artık dinimizden utanmayı bırakıp Gazze deki Müslümanlar gibi iman etmemiz, gereklerini öğrenmemiz ve hayatımıza tatbik etmemiz gerekiyor.

Yine mücahitler bize gösterdi ki, dünyada adalet ve eşitliğin sağlanması ancak Müslümanların eli mümkün olacaktır. Belki buna ulaşmak zor olacak olsa da, biz biliyoruz ki zafer ancak Allah’tandır ve zafer yakındır.

Rabbimiz bu gerçeğe işaret ederek şöyle buyurmaktadır:

“Ey peygamber! Müminleri savaşa teşvik et! Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa inkâr edenlerden iki yüz kişiyi yener, sizden yüz kişi olursa bin kişiyi yener; çünkü onlar yaptıklarının bilincinde olmayan bir topluluktur.”

 “Allah sizde bir zayıflık olduğunu bildi de şu andan itibaren yükünüzü hafifletti. Artık sizden sabırlı yüz kişi olursa Allah’ın izniyle iki yüz kişiyi yener, sizden bin kişi olursa iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir.” [7]

Artık Avrupa, Amerika, Çin ve Rusya’dan medeniyet öğrenmekten vazgeçmemiz gerektiği bize açık oldu. Bu sahtekârların ortaya attıkları demokrasi ve insan hakları bir yalan olduğu ayan beyan ortaya çıktı.

Şimdi bize düşen yeniden bir dünya kurmak için İslam’ın öngörülerini önce kendi zihnimize, sonrada bütün insanlığın zihnine yerleştirmek için çaba sarf etmemiz gerektiği gerçeğidir.

Rabbim İslam nizamının hâkim olduğu bir zamana ulaşabilmeyi, onu kabul edebilmeyi ve onunla yaşayabilme şerefine nail olabilmeyi hepimize nasip eylesin!

 


[1] Furkan  44

[2] Yunus 90 - 91

[3] İbn-i Hişâm, II, 288; Heysemî, VI, 86

[4] İnsan 8

[5] Bakara 190

[6] Bakara 216

[7] Enfal 65 - 66

Dosyalar

MÜSLÜMANIN MERHAMETİNE Mİ ŞAŞIYORSUNUZ
Facebook Sayfamız
Facebook Sayfamız

Bu yazıyı paylaş