ÖLÜYE NE KADAR SAYGI GÖSTERİYORUZ?
Değerli kardeşlerim:
Hayat ve ölüm! Birbirine sıkı sıkıya bağlı iki gerçek! Bir tarafta hiç bitmeyecekmiş gibi asıldığımız hayat, diğer tarafta hiç uğramayacağımızı zannettiğimiz ölüm. Ancak hayat ne kadar gerçekse ölümde o kadar gerçek. Bizler hayatı seviyoruz da ölüm denen gerçekle yüzleşmekten kaçıyoruz. Nitekim Rabbimiz insanın kaçtığı bu gerçeği bizlere şöyle haykırıyor:
كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَتَذَرُونَ الْاٰخِرَةَۜ
“Hayır, hayır! Siz peşin olan dünya hayatını ve onun fânî nimetlerini çok seviyorsunuz. Ahireti ise bir kenara bırakıyorsunuz.” [1]
Oysa ölüm; hayatını Allah için heba edenler için bir yok oluş değil, yeni bir başlangıçtır. Üstat Necip Fazıl Kısakürek’inde dediği gibi;
“Ölüm güzel şey budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?”
Refîkil-a'lâ’ya varmak, en yüce dosta ulaşmak! Rabbini seven yolunda can veren kimse için ne muazzam bir kavuşmadır. Birde geride kalanlar vardır ki onlar için ölüm bir hüzün ve kaybetmişlik duygusudur.
Dünya dönüp giderken kaybettiklerimizin hüznü hayatın akışı içinde yok olup giderken insanlar kaybettiklerini de, kaybedenlerin hüznünü de unutuverir.
Öyle ki, yanı başındaki ölümleri, hüzünleri, yoklukları görmeyecek hale gelirde, üzerlerine eğlenecek, halay tepecek kadar insanlığından uzaklaşır.
Sahi bizler ne ara ölümü ve kederi bu kadar basite alır hale geldik ve biz ne ara bu kadar saygıdan uzaklaştık.
Etrafımızda ve coğrafyamızda oluk oluk kan akarken, bizler nasıl olurda vur patlasın çal oynasın bir tavırla hareket ederiz? Yine sormak lazım birbirimize olan saygımız nerede? Dinimizin bize öğrettiği güzel ahlakımız nerede?
Oysa biz öyle bir dine ve öyle bir peygambere ümmetiz ki, ölen bir gayrimüslim bile olsa onu var edene, onun canını kabz edene saygı göstermek adına ayağa kalkması gerekenleriz. Nitekim Allah Resulü s.a.v’ in şu tavrı bizler için bu gerçeği ortaya koyan açık bir delildir:
Cabir b. Abdullah (r.a.) şöyle nakletmiştir:
Yanımızdan bir cenaze geçmişti. Resulüllah s.a.v hemen o cenaze için ayağa kalktı. Biz de (ona uyarak) kendisi ile beraber ayağa kalktık ve:
“Ey Allah'ın Resulü! Bu bir Yahudi kadınının cenazesidir.” dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber s.a.v şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ölüm korkunç bir şeydir. Cenazeyi gördüğünüzde hemen ayağa kalkınız.” [2]
- Hâkim, yukarıdaki hadisi Hz. Enes’ten nakletmiş ve sahabe “cenazenin Yahudiye ait olduğunu” söylediklerinde ise, Peygamberimiz “Ben (Ruhunu almaya gelen) melekler için ayağa kalktım.” ifadesine de yer vermiştir.
Her ne kadar insanoğlunun bir kısmı yaptıkları ile yol olarak hayvanlardan aşağı bir halede gelse, dinimiz onların ölülerine saygı göstermeyi emretmiş, cesetlerine savaşta bile olsa zarar vermeyi haram kılmıştır.
Nitekim bunun örneklerini Allah Resulünün katıldığı savaşlarda sahabe efendilerimize verdiği talimatlarda görmemiz pek ala mümkündür.
Hani meşhur bir söz vardır ya; “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü” işte bu söz tamda bizim için şiar edinilmesi gereken bir sözdür.
Çünkü insan Rabbimizin kendinden ruh üflediği ve onu yeryüzüne halife kıldığı değerli bir varlıktır. Onun içindir ki, Rabbimiz insanın ölüsüne saygının bir nişanesi olarak onun ortada kalmasına müsaade etmemiş ve toprağa gömülmesini insana öğretmiştir.
Bu gerçeği Rabbimiz kerim kitabında Hz. Âdem’in çocukları üzerinden örnek vererek şöyle beyan etmektedir:
فَبَعَثَ اللّٰهُ غُرَاباً يَبْحَثُ فِي الْاَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَارٖي سَوْاَةَ اَخٖيهِؕ قَالَ يَا وَيْلَتٰٓى اَعَجَزْتُ اَنْ اَكُونَ مِثْلَ هٰذَا الْغُرَابِ فَاُوَارِيَ سَوْاَةَ اَخٖيۚ فَاَصْبَحَ مِنَ النَّادِمٖينَۚ
“ Ardından Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten âciz miyim?” dedi, ettiğine de pişman oldu.” [3]
Ancak ne hazindir ki, insan kendine verilen bu değeri anlamaktan uzaklaştıkça Rabbimizin beyanında olduğu üzere hayvanlar gibi bir yol izlemeye ve eşrefi mahluk olarak yaratılan insanı hunharca katletmekten haz almaya ve zevklenmeye başlayacak bir caniliğe evrilmektedir.
İşin daha acı tarafı ise bu caniliğe çanak tutanların insani değerleri ön planda tuttuğunu söyleyen kimseler olmasıdır.
Şimdi sorulması gereken soru şu! Bizler bir Müslüman olarak cani miyiz, canilere çanak tutanlar mıyız, yoksa karşısında durma cesaretini gösterebilen insanlardan mıyız?
Evet! Bu soruları çokça sorduk ve çokça cevaplar verdik! Ancak anlayamadığımız şey Müslüman olduğunu söyleyenlerin en iyisinin bile zulüm karşısında vurdumduymaz olmasıdır.
Bugün Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Myammar’da ve nice İslam beldesinde kan gövdeyi getirirken benim sözde tesettürlü bacım story atma peşinde, denizde, kumsalda, yemekte ne varsa arzı endam etmekte, kocalar ise bu durumdan zerre kadar rahatsız olmamakta.
Hacı ağabeyler kahve köşelerinde ülkeyi kurtarırken, hacı anneler dedikodu sofrasında…
Peki ama “Müminler; birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.”[4] Hükmü nerede?
Bizim eskiden inancımızın gereği, örf ve adedimiz bir göstergesi olan birbirimize olan saygımız nerede?
Bizler komşuda cenaze olduğunda düğününü iptal eden, onlarla hüzünlenen, onun derdi paylaşmak için evini, mutfağını açan kimselerdik!
Peki! Bize ne oldu da bugün Müslümanların bedenleri paramparça edilirken, yuvaları yıkılırken, mezarları bile dağıtılırken bu sevinç, bu neşe, bu eğlence, bu aymazlık niçin?
Hocam hayat devam ediyor! Bizimde kafamızı boşaltmaya, nefes almaya, gezmeye ihtiyacımız var!
Kardeşim! Tabiî ki hayat devam ediyor, insan olarak ihtiyaçlarımız olduğu da doğru ama komşuda hüzün varken sevincini dışarıya vurmak zorunda mısın?
Yediğini paylaşınca, yarı çıplak kumsal resimlerini ortalığa saçınca, egon tavan yapınca Allah katında değerinin artacağını mı zannediyorsun?
Aç kulağını iyi dinle! Bak Allah Resulü s.a.v ne buyuruyor:
“Kardeşinin uğradığı felâketi sevinçle karşılama! Allah onu rahmetiyle o felâketten kurtarır da seni derde uğratır.” [5]
Biz onların halini sevinçle karşılamıyoruz deme sakın! Yaptığının başka izahı olmadığı anla artık ve vazgeç gittiğin bu yoldan, çünkü bu yolun sonu açıkça bir zillet unutma sakın!
Elbet bu hayat bir gün bitecek, herkes huzurda toplanacak, yapılanlar ortaya saçılacak, şahitler aleyhimizde konuşacak ve işin sonu çok acıklı olacak.
Hani şimdi umursamıyorsun ya! Bunca ölüme rağmen eğleniyorsun ya! Müslüman kardeşinin aleyhinde atıp tutuyorsun ya! İşte o gün başına ne gelecek bir bak:
“Kulakları sağır eden o ses geldiğinde, O gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün her kişinin işi başından aşkındır. O gün birtakım yüzler ışık saçar; güleçtir, müjde almıştır. Bir takım yüzler de o gün toza toprağa bürünmüş; kapkara kesilmiştir. İşte bunlar inkarcılardır, günahkârlardır.” [6]
Allah şahit ki, bizler hak olanı söyledik, doğru olanı hatırlattık, eğri olana karşı durduk, artık herkes istediği gibi davranabilir! Ancak yarın bilmiyorduk, kimse bize hatırlatmadı diyemez!
Rabbim mazlumu hatırlayan, hüznüne ortak olan, zalime karşı kardeşiyle omuz omuza savaşanlardan olmayı hepimize nasip eylesin!
Rabbim var edilme sebebini unutup da dünyaya tapanlardan olmaktan bizleri muhafaza eylesin!
Rabbim yolunda mücadele verenlerin yolunu aydınlık, sonunu zafer eylesin!
[1] Kıyamet 21 - 22
[2] Müslim, Cenaiz, 78, Hadis no:1593
[3] Maide 31
[4]Müslim, Birr, 66
[5] Tirmizî, Kıyâmet 54
[6] Abese, 33-42