31.DERS | GAZVELER VE İFK HADİSESİ
Değerli Müslümanlar:
İslam’ın Emir ve yasakları Rabbimiz tarafından ortaya koyulurken insanların daha iyi anlayabilmesi için gerçekleşen olaylardan sonra birçok ayet- i celile inmiştir.
Sebebi nüzul dediğimiz bu olaylar Müslümanlar için bir ibrettir.
Müslümanlar Uhud’da Peygambere itaat etme hususunda imtihan verirken, sonrasında ise İslam için mücadele hususunda imtihanı vermekteydi.
Hem içeride, hem de dışarıdaki mücadelede peygamber ve ashabı diyardan diyara giderken hem tedbir alıyor, hem de güç kazanıyordu.
Beni Nadir Yahudilerinin sürgün edilmesinden sonra hicretin 5. yılı Muharrem ayında Necid tarafında Gatafan kabilesinden bazı grupların saldırı hazırlığında olduğu bilgisi geldi.
400 kişilik bir ordu ile üzerlerine gidilince meydana çıkmaya korktular ve dağlara kaçtılar.
Yine aynı yıl Rebiülevvel ayında Hicaz ile Şam arasında bulunan Dambetül Cendel mevkiinde gayrimüslim eşkıyaların kervanlara saldırısını önlemek için bin kişilik bir Ordu çıkarıldı, gelen ordunun haberini alan eşkıyalar korkup kaçtı.
Aynın yıl Huzadan Beni Müstağlik reisi Haris Bin Hirar'ın Medine’ye saldırma hazırlığında olduğu bilgisi alındı.
Bu hareketi bastırmak için Allah Resulü yola çıkarken Muhacirlerin sancağını Hz. Ebubekir’e, Ensar’ın sancağını ise Sad Bin Ubade'yeverdi.
Müslümanların geldiğini haber alan Beni Mustağlik kuvvetlerinin az kısmı hariç kaçtılar. Kalanlar ile yapılan savaşta 10 ölü, 600 esir, 2000 deve, 5000 koyunla savaş Müslümanların lehine sonuçlandı.
Bu savaşın kendisinden daha ziyade sefer sırasında ve sonrasında yaşanan olaylar Müslümanların dikkatlice okuması gereken ibretler taşımaktadır.
Peki! Yaşanan bu olaylar nelerdi?
- Münafıkların fitne ateşini yakması
- Cüveyriye anamızın Allah Resulü ile izdivacı
- İfk hadisesi
Bu savaşın en dikkat çekici tarafı daha öncekilerde olmayan Münafıklardan bir kısmının da ganimet elde etmek için bu savaşa katılmalarıydı.
İlk fitne Ordunun bir su kuyusu etrafında konakladığı sırada sebebi bilinmeyen bir nedenden dolayı Ensar’dan ve muhacirden iki kişi arasında çıkan tartışmaya her iki kişinin Ensar ve Muhacirlere seslenmesi ile birlikte diğerlerinin olaya dâhil olmasıyla ortalık karıştı. Neyse ki olay büyümeden Allah Resulü s.a.v işi tatlıya bağladı.
Bu olayda Ensar ve Muhacir birbirine kılıç çekecek noktaya geldiği rivayet edilmektedir.
Böyle bir olayın meydana gelmesini fırsat bilen Abdullah İbni Selül fitne ateşini yakmak için “Ey Ensar bak bu adamlar dışarıdan geldi ve sizi dışlamaya başladı siz bunlardan desteğinizi çekin ki buradan gitsinler” dedi.
Abdullah İbni Selül’ün bu sözleri Hz Peygamber’e ulaşınca Hz. Ömer çok hiddetlenmiş “İzin ver Ya Resulallah boyunu vurayım” dediyse de Allah Resulü buna izin vermedi.
Bu olayın üzerine Abdullah İbni Selül’ün şöyle bir ifade kullandığı da söylenmektedir “Medine'ye varalım şerefli olanların olmayanları nasıl süreceğini göreceksiniz”
Allah Resulü Hz. Ömer’in isteğine karşı “Ey Ömer Muhammed kendi ashabını öldürüyor dedirtmem” buyurması fitne zamanında nasıl hak et edilmesi gerektiğine en güzel örneklerden bir olarak Müslümanlara Peygamber efendimizden mesaj olarak karşımızda durmaktadır.
Abdullah İbni Selül’ün oğlu Abdullah samimi bir Müslümandı olanlar duyunca çok üzüldü. Abdullah Allah Resulünün yanına gelerek “İzin ver ya Resulallah babamın kellesini ben alayım ki yarın kan davası güdülmesin” dedi.
Allah Resulü Abdullah’ı teskin ederek onun gönlünü aldı ve onu taltif etti. Hatta bu olayla ilgili şöyle rivayet edilir: Abdullah’ın babasını Allah Resulü izin verinceye kadar Medine’ye sokmadığı ifade edilmektedir.
Bu arada yapılan savaş esnasında esir düşenler arasında Haris’in kızı Cuveyriye annemiz de vardı. Cüveyriye annemiz esir olarak Sabit Bin Kays’a düşmüştü ve kurtuluş akçesini verip serbest kalmak için Sabit r.a ile anlaştı.Ancak fidyeyi ödeyecek parası yoktu.
Allah Resulü bir kabile reisinin kızı olmaz sebebiyle onun fidyesini ödedi. Serbest kalan Cüveyriye annemiz Allah Resulünün bu hareketine karşılık Medine’de kalmak isteyince Allah Resulü kendisine evlenme teklif etti ve nikah gerçekleşti.
Evlilik gerçekleşmesi sonrasında ashab Allah Resulünün hanımının yakınlarını esir tutmak bize yakışmaz diyerek 600 esirin tamamını serbest bıraktılar. Serbest kalan esirlerin tamamı Müslüman oldu.
Yola çıkan İslam ordusu konakladığı Hazret-i Âişe, ordunun konakladığı yerden, ihtiyaç için biraz uzaklaşmıştı. Döndüğünde ise ordu çoktan hareket etmiş bulunuyordu. Çünkü o sıra tesettür ayeti inmişti ve müminlerin anneleri, bir yere giderken devenin hörgücü üzerine konan ve hevdec adı verilen hücre içinde götürülmeye başlanmıştı. Bu sebeple ordu hareket ettiğinde, müminlerin annesi Hz. Âişe de devenin üzerindeki hevdec de zannedilmişti.
İFK (İFTİRA) HADİSESİ
Hz. Âişe validemiz, ordunun ardına düşüp kaybolmaktansa, bulunduğu yerde beklemeyi tercih etti. Hafiften uykuya daldı. O sırada kafileden geri kalanları toplamakla vazifeli bulunan Safvan bin Muattal, Hazret-i Âişe’yi fark etti:
“…Biz Allah’a aidiz ve yine O’na döneceğiz.” [1] ayetini okuyarak kendisinin orada bulunduğunu duyurdu.
Bu ses üzerine Hz. Âişe annemiz uyandı. Safvan, tek kelime bile konuşmadan devesini çöktürdü; Hz. Âişe validemiz de bindiler. Öğle vakti orduya yetişmişlerdi. Bu durumu gören münafıklar, ellerine bulunmaz bir fırsat geçmiş gibi bu defa da ağızlarını çirkin bir iftira için açtılar:
“–Vallahi ne Âişe ondan, ne de o Âişe’den kurtulmuştur.” dediler. Hatta Abdullah İbni Selül, daha ileri giderek müminlere:
“–İşte Peygamberinizin hanımı bir adamla sabahladı...” diyerek alay etti. Fitne bir anda bütün orduyu sardı. Hz. Ebubekir, müthiş bir ıztırapla inledi:
“–Vallahi biz, böyle bir iftiraya cahiliye devrinde bile uğramadık!..” dedi. Hz. Safvân ise derin bir üzüntü içindeydi. O, Allah Resulü’nün:
“Hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum!..” dediği güzîde bir sahabi idi.
EN BÜYÜK KEDER
Hz. Peygamber’in durumuna gelince; en büyük keder, hiç şüphesiz O’nun mübarek gönlüne düşmüştü. Çoğu kere evine kapanıyor, insanlarla pek fazla görüşmüyordu. Bu hususta küçük bir tahkikat yaptırdı. Hz. Âişe’nin suçlu olduğuna dair en ufak bir alâmet bile yoktu. Ancak münafık ağızlar susmuyordu.
Hâdiseyi en son duyan, Âişe annemiz oldu. Bu ağır iftirayı işitir işitmez de müthiş bir teessüre kapıldı. Tarifsiz bir elemle, Peygamber Efendimiz’den izin alarak babasının evine, mesele hakkında malumat edinmeye gitti. İşittiği dedikoduları bir de onlardan dinleyince, âdeta eridi, bir sonbahar yaprağı gibi sarardı soldu.
Bu sırada Peygamber Efendimiz, hâdiseyi Âişe validemizle konuşmak istedi. Hz. Ebûbekir’in evine gidip mübarek zevcesine:
“–Ey Âişe! Hakkında bana birtakım sözler ulaştı. Eğer suçsuzsan, Allah seni temize çıkaracaktır.” buyurdu.
Âlemlerin Efendisi’nin de iftiralar karşısında küçük bir tereddüt geçirdiğini hisseden hassas ve ince ruhlu Hz. Âişe vâlidemiz, anne ve babasına baktı. Onların sustuğunu görünce, nemli gözlerle Allah Resulü’ne şunları söyledi:
“–Vallahi, iyice anladım ki, siz söylenilenleri duymuş, neredeyse inanmışsınız. Şimdi ben suçsuzum desem, -ki Allah bunu biliyor- inanmayabilirsiniz. Aksini söylesem hemen inanabilirsiniz. Ama Allah suçsuz olduğumu biliyor. O hâlde ben, o söylenenlere karşı Allah’tan yardım istiyorum.”
HZ. AİŞE VALİDEMİZİ TEMİZE ÇIKARAN AYET
Artık işin anlaşılması sadece vahy-i ilâhîye kalmıştı. Nitekim çok geçmeden Cenâb-ı Hak, hâdiseyle alâkalı ayet-i kerimeleri inzal buyurdu. Söylenen sözlerin, münafıkların iftiralarından ibaret olduğu aşikâr oldu. İlâhî beyanlar, hem Âişe annemizi temize çıkarmakta hem münafıkların haksız ithamlarını yüzlerine vurup onlara azabı haber vermekte hem de bu iftirayı dillerine dolayan gafilleri ikaz etmekteydi.
Cenab-ı Hak bu hususla ilgili ayet-i kerimelerde şöyle buyurdu:
“(Peygamber’in temiz ve mübarek zevcesine) bu ağır iftirayı uyduranlar, şüphesiz sizin içinizden bir gruptur. Siz bu (iftira hâdisesini) hakkınızda fena sanmayın, aksine o sizin için hayırdır. İftiracılardan her biri kazandığı günahın (vebalini) çeker. Onlardan (elebaşılık yapıp) bu günahın büyüğünü yüklenen kimse için de büyük bir azap vardır.
Bu iftirayı işittiğiniz zaman erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsn-i zanda bulunup da; «Bu apaçık iftiradır!» demeleri gerekmez miydi? İftiracıların da bu hususta dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki şahitler getiremediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendisidirler. Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütuf ve merhameti üstünüzde olmasaydı, içine daldığınız bu iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir azap isabet ederdi. Çünkü siz bu iftirayı dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyordunuz. Bunu ehemmiyetsiz (ve vebalsiz) bir iş sanıyorsunuz. Hâlbuki bu, Allah katında (elbette ki) çok büyük (bir cürüm)dür.
Onu duyduğunuzda; «Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Hâşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır!» demeli değil miydiniz?
Allah size öğüt veriyor ki, eğer inanmış insanlarsanız buna benzer bir davranışı bir daha asla tekrarlamayasınız. Ve Allah ayetleri size açıklıyor. Allah, (her işin iç yüzünü) çok iyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.
İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de elem bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya sizin üstünüze Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı, Allah çok şefkatli ve merhametli olmasaydı (hâliniz nice olurdu)!..
Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin! Kim şeytanın adımlarını takip ederse, muhakkak ki o, edepsizliği (yüz kızartıcı suçları) ve kötülüğü emreder. Eğer üstünüzde Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiç kimse asla temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir.” [2]
Bu yüce hakikatlerden sonra Allah Resulü, mütebessim bir şekilde Hazret-i Âişe annemize:
“–Müjde ey Âişe! Allah seni temize çıkardı!” buyurdular.
Âişe validemiz, ayet-i kerimelerle tenzih ve tebrie olunduktan sonra:
“–Benim gibi aciz bir kul hakkında ayet ineceğini hiç tahmin etmezdim. Zannederdim ki, Allah Resulü’nün kalbine bir ilham gelecek ve benim masum olduğum böylece ortaya çıkacak!” diyerek Cenab-ı Hakk’a hamd etti. Kendisini başından öperek Rasulullâh’ın yanına gitmesini işaret eden babası Hazret-i Ebûbekir de:
“–Ben, Allah’tan başka kimseye hamd ve teşekkür etmem. Benim beraatımı bildiren Allah’tır!” diyerek biraz da naz ile kırgınlığını ifade etti.
Bunun üzerine Allah Resulü, tebessüm buyurdular. Bir ay süren sıkıntı, Allah’ın lütuf ve merhameti sayesinde nihayete erdi. [3]
[1] Bakara, 156
[2] Nur, 11-21
[3] Buhârî, Şehâdât 15, 30, Cihâd 64, Meğâzî 11, 34; Müslim, Tevbe 56; Ahmed, VI, 60, 195