Salih peygamber ve Semûd Kavmi (Ashâb-ı Hicr)
Semûd kavmi, Arap yarımadasında Âd kavminden sonra yaşamış meşhur kavimlerden birisiydi. Âd kavmi helak olduktan sonra, helakten kurtulan mü’minler önce Mekke taraflarına, daha sonra da Hicaz'la Şam arasında Vâdi’l-kurâ'ya kadar uzanan Hicr bölgesine gelerek yerleşmişlerdir. Hicr, Arap Yarımadasının kuzey batısında, Medine-Tebük yolu üzerinde Teymâ’nın yaklaşık 110 km güneybatısındadır. Semûd, içinden Hicaz demiryolunun da geçtiği sarp kayalıklarla çevrili vadinin ve bu vadideki şehrin adıdır. Sâlih peygamberle ilgisinden dolayı buraya Medâin-i Sâlih de denilmiştir.
Nûh aleyhisselâmın oğlu Sâm’ın neslinden gelen Semûd’a dayandıkları için bu isimle adlandırılan Semûd kavmine İkinci Âd kavmi de denilmiştir. Bu kavim hakkında Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:
“Şunları hatırlayın: Allah sizi, Âd kavminden sonra onların yerine getirdi ve yeryüzüne yerleştirdi; orada ovalara saraylar kuruyor, dağları yontarak evler yapıyordunuz. Öyleyse Allah’ın verdiği nimetleri anın, fesat çıkarıp da memleketi birbirine katmayın.” [1]
“Ashâb-ı Hicr” ismi de verilen Semûd kavmi,Hz. Sâlih Peygamber’in uyarıcı olarak gönderildiği kavimdir. Belki de onlara, dağlarda oydukları evlerde yaşadıkları için, “sağlam ve korunmuş yerlerde yaşayanlar” anlamında ‘Ashâbu’l-Hicr’ denilmiştir.
Kur’ân-ı Kerim’de 26 yerde adı geçen Semûd kavminin Sâlih Peygamberle olan mücadelesinden âyet-i kerimeler de genişçe bahsedilmesi onlardan alacağımız birçok ibretler olduğunu göstermektedir.
Rasûl-i Ekrem aleyhisselâmın tertemiz sünneti ve sîreti de Semûd kavmine dikkatlerimizi çekerek bizi özelikle onların fecî akıbetlerinden ders almaya çağırır:
Tebük seferi sırasında Semûd kavminin yaşadığı Hicr bölgesine gelindiğinde Allah Rasûlü aleyhisselâm ashâbını,
“Azaba uğratılmış olan şu milletin yurduna ağlamadan girmeyin, şayet ağlayamıyorsanız, onların başına gelenlerin sizin de başınıza gelmemesi için onların topraklarına uğramayın” diyerek uyarmış; sonra da başını örterek o vadiden süratle ayrılmıştı.[2]
“Yine Tebük seferinde Ashâb-ı Kirâm Hicr mevkiinde konakladıklarında, bir zamanlar bu diyarın zalimlerinin kullandığı kuyulardan su çekmiş, bu suyla hamur yoğurmuşlardı. Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem bunu öğrenince ashâbına, çektikleri suyu dökmelerini, yoğurdukları hamurları da develere yedirmelerini emretti.” [3]
Hûd aleyhisselâma inanıp helaktan kurtulmuş olan mü’minlerin soyundan gelen Semûd kavmi ilk zamanlar muvahhid bir topluluk olarak yaşamıştı. Fakat sonra onlar nefislerine uyup şeytanın saptırmasıyla şirke düştüler. Aslında onlardan beklenen geçmişten ibret almaları ve tarihlerini çok iyi bildikleri Âd kavminin düştüğü korkunç hataya düşmemeleriydi. Ne var ki onlarda akıl almaz bir aymazlık ve gaflet hüküm sürüyordu
Allah’ın Semûd’a verdiği nimetler o kadar çoktu ki, onlar şükretmeyi unutup şımardılar. Allah’a kulluğu bir tarafa bırakarak, elleriyle yonttukları taşları ilah edindiler. Aslında putlar, onların hevâ ve heveslerinden kaynaklanan cahilî ve tâğûtî düzenlerini sürdürmek için uydurdukları sembolik isimlerden ibaretti. Rabbimiz bu gerçeği Kur’ân-ı Kerim’de,
“Bütün bunlar, sizin ve atalarınızın taptığı isimlerden ibarettir; yoksa Allah onların ilahlığı hakkında hiç bir delil indirmemiştir. Onlar ancak bir zanna, tahmine ve canlarının istediği şeye uyuyorlar. Oysa onlara Rablerinden hidayet rehberi de gelmiştir” [4] şeklinde ifade buyurmuştur.
Cahil halk kitlesi, putların kutsiyetine(!) körü körüne inansa da, parasal gücü ve iktidarı ellerinde tutanlar onları sadece halkı köleleştirip saltanatlarını sürdürmek için etkili bir vasıta olarak görüyorlardı. Saltanatları o kadar görkemliydi ki dünyada ebedi kalacaklarını zannederek ahireti unuttular, şımarıklık ve azgınlıkları gittikçe arttı. Semûd’un ileri gelenleri, olayların devam etmesinde belirleyici unsur olarak sadece maddi sebepleri kabul ediyorlardı. Bu yüzden Âd kavminin başına gelen felaketi basite almış ve âdeta onları şöyle ayıplamışlardı:
“Onlar akılsız bir toplumdu. Binalarını düz ovalara yaptıkları için fırtına onları yok etti. Bizler ise kayaları yontuyoruz. Fırtınalar bize asla zarar veremez.”
Semûd kavmi maddi varlığıyla kibirlendi. Fesat çıkardı ve Allah’ı unuttu. Binalarını sağlam yaparlarsa kendilerine hiç bir şey olmayacağını zannediyorlardı. Böylece azdıkça azdılar.
Semûd kavmi helaki hak ediyordu ancak ilâhî rahmet gereği helakten önce son bir fırsat verilip uyarılmaları gerekiyordu. İşte böylece Semûd kavmine uyarıcı olarak Hz. Sâlih (a.s) gönderildi.
Hz. Sâlih Aleyhisselâm
Sâlih aleyhisselâm hiç bir zaman putlara tapmamış; temiz ahlak sahibi olan; ismi gibi sâlih bir kimseydi.
Salih Aleyhisselâm, İsâ Aleyhisselama benzerdi. Beyaza çalar kırmızı benizli idi. Düz saçlı idi. Kıvırcık saçlı değildi. Kendisi, İsâ Aleyhisselam gibi yalın ayak yürür, ayakkabı giymezdi. Ticaret ile meşkul olan bir peygamberdi.
Kavminin, kendi kurulu düzenlerini sürdürmesi konusunda ondan beklentileri vardı ve bu yüzden Sâlih aleyhisselâm tarafından uyarıldıklarında O’na şöyle demişlerdi:
“Ey Sâlih! Sen, bundan önce aramızda kendisine ümit bağladığımız biriydin. Şimdi ise bizi atalarımızın taptığı şeylerden vazgeçirmek mi istiyorsun? Bizi inanmaya çağırdığın konuda derin bir şüphe içindeyiz.” [5]
Kavminin, peygamberliğini ilan ederek, kendi hevâlarından uydurdukları beşerî kanunlara dayalı tağûtî düzenlerine savaş açmasından önce Hz. Sâlih’e ümit beslemeleri, O’nun güzel ahlakından kaynaklanıyordu.
Geçmişte olduğu gibi bugün de, Allah’ın hakimiyetini reddeden beşerî düzenler, sistemlerinin sağlıklı bir şekilde yürümesi için erdemli ve dürüst Müslümanları düzenlerinin her kademesinde yönetici olarak istihdam etmek isterler. Çünkü bu insanların işlerini sağlam ve güvenilir bir şekilde yapacaklarını bilirler. Bâtıl düzen kuranların tek şartı, kurulu düzenlerine karışılmamasıdır. Bunun için basit tavizler vermeye bile hazırdırlar. Erdemli bir Müslüman içinse bu tek şartı kabul etmek, inandığı bütün değerlerden vazgeçmek anlamına gelir ve kabulü mümkün değildir.
Hz. Sâlih aleyhisselâm, Hz. Nuh’un oğlu Sâm’ın soyundan geliyordu. Hz. Nuh’un yedi kuşak sonra geldiği rivayet edilmektedir. O, bir olan Allah’a kulluk eder, herkese güzel davranır, zayıfları korur gözetirdi. Hastaları ziyaret eder, asla kibirlenmezdi. İnsanları takva üzere yaşamaya çağırırdı. Rabbimiz onun hakkında şöyle buyurur:
“Semûd kavmi de peygamberleri yalanladı. Hani kardeşleri Sâlih onlara: “Allah’tan korkmayacak mısınız? Ben size gönderilen güvenilir bir elçiyim. O halde Allah’tan korkun ve bana itaat edin...” demişti.” [6]
Zâten, Semud kavmi, kendilerine Salih Aleyhisselâmdan önce gönderildikleri anlaşılan ve fakat, isimleri ve kıssaları, Kur'ân-ı Kerimde açıklanmamış olan başka Peygamberleri de, yalanlamış durmuşlardı.[7]
Peygamber İnsandır Ama!
Toplumda kendi düzenlerini kurup hakimiyet sahibi olan yöneticiler, Allah’ın rahmet olarak gönderdiği elçilerine ilgi gösterilmesini istemediler. Bunu engellemek için halka şöyle propaganda yaptılar:
“Sizler bunların doğru ve dürüst kimseler olduklarını nereden biliyorsunuz? Peygamberlik diye bir şey olamaz. Bu adamlar da bizim gibi birer insandırlar. Ey kavmimiz! Bizler bunların getirdiklerine inanmıyoruz. Onların bizi tehdit ettiği azabı da hemen getirmelerini istiyoruz. Bu toplumun inandığı bir inanç sistemi var. Atalarımızın bizler için kutsadığı ilahlarımız var. Bizler bunlar sayesinde bunca nimete kavuştuk. Niçin onlardan vazgeçelim? Hem de bir beşerden peygamber olur mu?”
Semûd kavminin ileri gelenlerinin bu çabaları hakikatin anlaşılmaması içindi. Ayetlerde bu durum aynen şöyle anlatılıyor:
“Semûd kavmi de kendilerini uyaran peygamberleri yalanladı. Dediler ki: İçimizden bir beşere mi uyacağız? O zaman sapıtmışız ve çıldırmışız demektir. Aramızdan ona mı vahiy verilmiş? Hayır, o, şımarık yalancının biridir.” [8]
“...Siz de bizim gibi insanlarsınız. Bizi atalarımızın taptıklarından caydırmak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin.” [9]
“Peygamberleri onlara şu cevabı verdi: “Evet, biz de sizin gibi insanlarız; ama Allah kullarından dilediğine lütûfta bulunur; Allah’ın izni olmadan biz size bir delil, bir mucize de getiremeyiz. Mü’minler sadece Allah’a tevekkül etsinler.” [10]
Senin Yüzünden Uğursuzluğa Uğradık
Peygamberlerine karşı sürdürdükleri inatçı ve inkarcı tutumlarından dolayı Semûd kavminin başına birtakım sıkıntılar gelmiş ve eski güzel günler geride kalmıştı. Onlar inkâr ve sapkınlıklarından dolayı başlarına gelen bu felaketleri, Hz. Sâlih ve mü’minlerden biliyorlar:
“Sen ve beraberindekiler yüzünden uğursuzluğa uğradık” diyerek onları suçluyorlardı.
Sâlih aleyhisselâm öncelikle: “Sizin uğursuzluğunuz Allah katında yazılı amellerinizden gelmektedir. Doğrusu siz sınanmakta olan bir topluluksunuz” dedi.” [11]
Daha sonra ise vicdan tellerine dokunarak onlara şöyle seslendi:
“Ey kavmim! Bir de şöyle düşünün! Ya ben, Rabbimden gelen açık bir delile dayanıyorsam ve de O bana lütfedip peygamberlik vermişse! O’na isyan ettiğim takdirde beni O’nun azabından kim kurtarır? O’na isyan edip size uyarsam, bana daha büyük zarar vermekten başka bir şey yapamazsınız.” [12]
Hz. Sâlih, davetini ısrarla sürdürdü. Zaten peygamberler, en güçlü direnişlere karşı bile çağrılarından asla vazgeçmeyen sabır kahramanlarıdır. Onlar, yukarıdan akarak damlalarının sürekliliğiyle eninde sonunda kayayı delen suya benzerler. Onların sebatlarının sırrı, Hak adına konuşmuş olmalarındadır. Onlar Allah’a olan sarsılmaz iman ve tevekkülleriyle hakikati kavimlerine korkusuzca tebliğ etmişlerdir.
“Hani kardeşleri Sâlih onlara: Allah’tan korkmayacak mısınız? Ben size gönderilen güvenilir bir elçiyim. O halde Allah’tan korkun ve bana itaat edin!
Hâlbuki ben davet ve tebliğime karşılık sizden herhangi bir ücret de istemiyorum. Benim ücretim yalnız Allah’a aittir.
Siz burada hep güven içinde kendi halinize bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz? Bağların, bahçelerin, akan pınarların içinde ekili tarlaların, meyvesi olgunlaşmış hurmaların arasında.
Bunun için mi kayalardan büyük bir ustalıkla görkemli evler yontuyorsunuz? Allah’tan korkun, bana itaat edin. Haddi aşan kimselerin emrine uymayın. Onlar yeryüzünde hep fesat çıkarırlar, düzeltmeyi hiç düşünmezler, demişti.”[31] [13]
Semûd kavmi bu kadar güzel bir davete karşı Sâlih aleyhisselâm’a şöyle dedi:
“Sen gerçekten büyülenmiş birisin! Sen de bizim gibi sadece bir insansın. Eğer dediğin gibi bir peygambersen, hadi bize bir mucize getir!”[32] [14]
Onların bu sözlerinde iftira, kibir ve meydan okuma vardı. Sebeplere baktığımızda; Semûd kavmi Allah’ın verdiği nimetlerle lüks ve görkemli bir hayat yaşamaya başlamışlar, buna karşılık şükredeceklerine şımarıp azgınlaşmışlar ve haktan yüz çevirmişlerdi. Allah’ın onlara rahmet olarak gönderdiği Sâlih aleyhisselâmı uyarıcı olarak kabul etmemişlerdi. Semûd kavminin bu azgınlığının sebepleri Kurân-ı Kerim’de şöyle açıklanmıştır:
- Allah’ı ve ahireti unutarak dünyada ebedi kalacakmış gibi davranmaları:
- Önyargılı bir şekilde Peygamberleri ve âyetleri yalanlamaları:
- Kötülüğü hidayete tercih etmeleri:
- Atalarının taptıklarını kutsayıp, tutuculuk yapmaları:
- İktidar hırsıyla topluma zorbaca hakim olmak istemeleri ve bu yüzden çeteler kurmaları:
- Karışıklık çıkarıp fesadı yaygınlaştırarak toplumun düzenini bozmaya çalışmaları ve kaos ortamında amaçlarına ulaşmak istemeleri:
- Toplumda bölücülük yapmaları ve düşmanlık ortamında iktidarlarını yürütmek istemeleri:
Bir toplumda bu kadar bozukluğun olması o toplumu helaka sürükler. Maalesef günümüz toplumlarında da bu durum aynen mevcuttur. Semûd kavmi helaki hak ediyordu ancak ilâhî rahmet gereği helakten önce son bir fırsat verilip uyarılmalarına rağmen ve istedikleri delilleri de görmelerine rağmen yinede isyan da ısrarcı oldular. İsyan etmiş bu kavme yaptıklarına rağmen Allah c.c mucizesini ortaya koydu!
Mucize
Semud kavminin Seyyidi, Ulu kişisi olan Cenda' b.Amr:
"Ey Salih! Şu kayanın yanına bizimle birlikte git. Kayanın içinden, bizim için, şöyle şöyle vasıfda bir dişi deve çıkarırsan, senin Peygamberliğini, doğrular ve sana, iman ederiz!" dedi.
Salih Aleyhisselam, bunu yaptığı takdirde, Peygamberliğini tasdik ve kendisine iman edecekleri hakkında onlardan kesin söz aldıktan sonra;
“İşte mucize, şu dişi devedir! Bir gün kuyudan su içme hakkı onun, belli bir gün de sizindir.” [15] “ …Onu kendi haline bırakın, Allah’ın toprağında otlasın. Sakın ona bir fenalık yapmayın, sonra başınıza acı bir azap gelir.” [16] “…Onun su içme hakkını gözetin.” [17]
Kayanın yanında namaz kıldı. Yüce Allah'a dua edince, kaya, sanki, doğum sancısı gibi sancılandı. Gebe bir kadının hareketi gibi, hareket etti. Titredi, sonra da, ikiye ayrılarak, içinden, istedikleri vasıfta bir Deve çıktı. Kaya, bir deve doğurdu
Bu devenin mucize olma yönü İslam kaynaklarında, sert bir kayadan canlı bir hayvan olarak çıkarılması, bütün kavmin tükettiği miktarda su içmesi ve içtiği su kadar süt vermesi şeklinde açıklanmıştır.
Hakikat şu ki mucize, onu isteyen kavmin kaderi olur. Semûd kavminin kaderi de bu mucize deveydi. Ya Hz. Sâlih’e inanıp kurtulacaklar ya da yalanlayıp helak olacaklardı.
Bunun üzerine, Cenda' b.Amr ile kavminden bazı kişiler, Salih Aleyhisselama iman etti. Cenda' b.Amr'ın amcasının oğlu Şihab b.Halife gibi Semud kavminin bazı Eşrafı da, Salih Aleyhisselama iman etmek ve tâbi olmak istedilerse de, Eşraftan Zuab b.Amr ile Habbab ve Rebab, engel oldular. Onlar da, bunlara uyarak, Müslüman olmaktan vazgeçtiler.
Bu kimseler korkuyla karışık bir teslimiyetle başlangıçta dişi deveye dokunamadılar. Fakat onların bozulan fıtratları buna daha fazla tahammül edemedi. Fitne ve fesada yönelmekte gecikmediler.
Yeryüzünde hakça bir bölüşüm istemiyorlardı. Kamu malını kendi mülkleri gibi kabul edip, bunda başkalarının hakkı olmadığını düşünüyorlardı. İmtihan edildikleri gerçeğine karşı gözlerini sımsıkı kapatmışlardı.
Rabbimiz onların mucize deveye karşı tutumlarından dolayı sınanacaklarını bize şu ayetle bildirmektedir:
“Biz onları sınamak için dişi deveyi gönderiyoruz. Sen onların ne yapacağını izle ve sabırlı ol. Suyun deve ile onlar arasında dönüşümlü olacağını kendilerine haber ver. Herkes su nöbetinde hazır olsun.” [18]
Salih Aleyhisselam, Rabb'inin, kendisine verdiği Devesinden hiç ayrılmazdı. O, nereye yönelse, onun yanında bulunurdu. Deve, bir gün, Semud kavminin suyundan içer, bir gün de, onlar Deve'nin sütünü sağar, içerlerdi.
Semûd, Deveyi Kesiyor
Bu mucize deve Semûd kavminin imtihan yolculuğunda son dönemeçti. Bu dönemeçten sonra, ya yemyeşil güzel bir vadiye ulaşacaklar; ya da uçuruma yuvarlanacaklardı. Seçim onlarındı.
Semûd kavminden azgın bazı kimseler, Hz. Sâlih’in uyarılarını hiçe sayarak deveyi öldürmeyi düşündüler. Onlar arkadaşlarını çağırdılar. En bahtsızları, bıçağını çekip deveyi kesti.
“Semûd kavmine açıkça görülen bir mucize olarak dişi deveyi verdik, ama onlar bunu inkar ederek nefislerine yazık ettiler. Oysa biz mucizeleri sadece korkutup uyarmak için göndeririz.” [19]
Azgınlıkta sınır tanımayan Semûd kavmi her gün gözleri önünde yürüyüp onlara Allah’ı hatırlatan mucize devenin kıymetini takdir edemediler. Onlar kendi hidayetlerine vesile olacak bir mucizeyi helaklerine sebep kıldılar. Her türlü ikaza rağmen onun, kamu alanında otlamasına ve su içmesine tahammül edemeyip deveyi öldürdüler. Zaten tarih boyunca da küfrün öncüleri, Müslümanlara ait hiçbir sembolün kamusal alanda görülmesine asla tahammül edememişlerdir. Hz. Sâlih’in kavmi, Allah’ın arzını kendi mülkleri olarak kabul ediyor, Allah’ı da inkar etmekten çekinmiyorlardı.
Ana deve, kesilince, yavrusu kaçıp dağa çıktı. Yavru deve, Salih Aleyhisselâmı görünce, ağladı ve üç kerre böğürdü. Sâlih aleyhisselâm mucize devenin kesildiğini öğrenince çok üzüldü ve kavmine dönerek şöyle dedi:
“Yurdunuzda üç gün daha yaşayın! İşte, bu kimsenin yalan diyemeyeceği bir tehdittir.” [20]
Semûd kavmi ise Sâlih’in bu uyarısını hafife alarak Rablerinin emrine başkaldırdı. Ve
“Sâlih, dediler. Eğer sen gerçekten peygamberlerden isen, bizi tehdit edip durduğun azabı haydi getir bakalım.” [21]
“Onlar senden azabın bir an önce gelmesini istiyorlar. Allah verdiği sözden asla dönmez. Ama bilinmeli ki, Rabbinin katındaki bir gün, sizin hesabınızla bin sene gibidir.” [22]
Allah Teâla onların böylesine vurdumduymaz ve cüretkâr ifadeleri karşısında Hz. Sâlih aleyhisselâmın onlara şöyle demesini istemiştir:
“Bir an önce gelmesini istediğiniz azap benim elimde olsaydı, sizinle benim aramdaki iş çoktan bitirilmişti. Zalimleri Allah daha iyi bilir.” [23]“… Eğer belirlenmiş bir zamanı olmasaydı, azap onlara hemen gelirdi. Zaten o, farkına varmadıkları bir sırada onlara ansızın gelecektir…” [24]
"Azab alâmeti: birinci günde, yüzleriniz, sararmış olarak sabaha çıkacaksınız! İkinci günde, yüzleriniz, kızarmış olarak sabaha çıkacaksınız! Üçüncü günde, yüzleriniz, kararmış olarak sabaha çıkacaksınız!" dedi
Gerçekten de, ilk günde sabaha çıktıkları zaman, küçük büyük, erkek, kadın, hepsinin yüzleri sapsarı kesilmişti. Bunun üzerine, Semud kavmi, helak olacaklarını ve Salih Aleyhisselâmın doğru söylemiş olduğunu anladılar.
İkinci gün, yüzleri, kızarmış olarak sabaha çıktılar. Üçüncü gün, yüzleri, kara boya sürünmüş gibi kararmış olarak sabaha çıktılar.
Dokuz Kişilik Çete Hz. Sâlih’e Tuzak Kuruyor
Semûd kavmi attığı her adımda Helaka biraz daha yaklaştı. Son adım olarak Peygamber ve ailesini alçakça bir suikastla yok etmek istemiş ve bu maksatla gizlice toplanarak haince bir plan yapmışlardı. Bu tertibi Kur’ân-ı Kerim bizlere şöyle haber vermektedir:
“O şehirde dokuz kişilik bir çete vardı. Bunlar ülkede bozgunculuk yapar, iyiliğe bir türlü yanaşmazlardı. Allah’a yemin ederek birbirlerine dediler ki: “Sâlih’i ve ailesini bir gece baskınıyla öldürürüz. Sonra da yakınlarına: Biz, onlar öldürülürken orada değildik; emin olun doğru söylüyoruz, deyiveririz.” [25]
Sözüm ona Allah’ın adıyla yeminleşen bu azgınlar rahmet olarak gönderilen bir peygambere tuzak kurmak istemişlerdi. Onlar gibi Allah adına hareket ettiğini söyleyip Allah dostlarını yok etmek isteyen zalimler tarihin her döneminde var olmuşlardır. Semûd kavmi deveyi öldürerek haddi aşmış, günah işlemekte korkusuzlaşmışlardı. Onlara göre yeryüzünde kendisinden korkulacak hiçbir varlık yoktu ve onlar karşılarına çıkacak bir güç de görmüyorlardı. Onların akıllarının ucuna bile getirmedikleri Rableri ise onlara şöyle hitap ediyordu:
“Onlar bize bir tuzak kurdu. Biz de onların haberleri olmadan hilelerini alt üst ettik. İşte bak, onların tuzaklarının sonu ne oldu? Onları da kavimlerini de, hepsini birden helak ettik.” [26]
Öyle anlaşılıyor ki Semûd kavminin mucize olan deveyi öldürmelerinden sonra Sâlih aleyhisselâmın onlara: “Size üç gün mühlet verildi” demesine karşın, onlar bu sözün etkisini kırmak istemişler ve üç gün içinde Hz. Sâlih’i öldürmeye karar vermişlerdi. Böylesi alçakça bir cinayeti fail-i meçhul olacak şekilde işleyip kendilerine göre deveden kurtuldukları gibi ondan ve taraftarlarından da kurtulmuş olacaklardı. Fakat Allah Teâla onların bu hilesine karşı daha büyük bir tuzak hazırlamıştı. Muhtemeldir ki bu gece üçüncü gece idi.
Allah Teâlâ, hiç beklemedikleri bir anda;
“Sabaha doğru …” ,[27] “Gün doğarken …” [28] onların işlerini bitirdi. Yüce Rabbimiz Semûd’un helâkini şöyle anlatıyor:
“…Derken o korkunç ses onları yakalayıverdi. Biz de hepsini selin önündeki çer çöp haline getirdik. Zalimlerin canı cehenneme.” [29]
“O zalimleri ise korkunç ses yakaladı. Kendi yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.” [30]
“Bunun üzerine onları korkunç bir sarsıntı yakalayıverdi ve onlar yurtlarında yüzüstü serilip kaldılar” [31]
“Onca varlıkları ve evleri kendilerine bir fayda vermedi.” [32]
Semûd kavminin yok edilişini anlatan ayetlerde “şiddetli bir sarsıntı” ve “korkunç bir sesten” söz edilmektedir. Bu da şiddetli bir deprem ya da yanardağ patlamasını akla getirmektedir. Depremle beraber bir sesin olması da bilinen bir hakikattir. Bütün bunlardan anlaşılan ansızın gelen azabın, bir patlama sesiyle başlayıp korkunç bir sarsıntıyla devam etmesidir. En doğrusunu Allah bilir. Önce diz üstü çöken Semûd’lular daha sonra yere yığılmışlardır. Ahırlarda bir tarafa atılmış çerçöp gibi üst üste saçılmış, bütün gururları ayaklar altında olacak şekilde helak olmuşlardır.
“…Şüphesiz bunda büyük bir ibret vardır. Ama onların birçoğu yine de iman etmez. Senin Rabbin, karşı konulmaz bir kuvvet ve son derece merhamet sahibidir.” [33]
İman Sahipleri Kurtuldu
“Helak emrimiz gelince Sâlih’i ve onunla beraber iman edenleri rahmetimizle azaptan ve o günün rezilliğinden kurtardık. Elbette senin Rabbin sonsuz kuvvet ve karşı konulmaz kudret sahibidir.” [34] “Sâlih arkasını dönüp giderken onlara şöyle dedi: “Ey kavmim! And olsun ki ben, Rabbimin buyruğunu size ilettim ve size güzelce öğüt verdim. Ama siz öğüt verenleri sevmezsiniz.” [35] “Siz hiç Allah’tan korkmuyor musunuz?” [36]
Hz. Sâlih aleyhisselâm ve O’na inanan müminlerin bu bölgeden Allah’ın rahmetiyle kurtularak Sînâ Yarımadası’nda Musa Dağı diye bilinen bir bölgeye geldikleri ve burada yaşadıkları rivayet edilir. Kabrinin, Nebi Sâlih Tepesi’nde olduğu söylenmektedir. Ayrıca O’nun Mekke taraflarına geldiği ve bu bölgede yaşayıp Mekke’de vefat ettiği, kabrinin ise Kâbe’nin batısında Dâru’n-Nedve ile Hicr arasında olduğu da rivayet edilmiştir. En doğrusunu Allah bilir.
Allah’ın selâmı Hz. Sâlih aleyhisselâmın, Sevgili Efendimiz Hz. Muhammed aleyhisselâmın ve bütün Peygamberlerimizin üzerine olsun.
[1] A’râf 7/74
[2] Müslim, Zühd 38, 39 ; Buhârî, Enbiyâ 17
[3] Buhârî, Enbiyâ 17 ; Müslim, Zühd 40
[4] Necm 53/23
[5] Hûd 11/62
[6] Şuarâ 26/141 -144
[7] Hicr 80, Şuara 141
[8] Kamer 54/23 - 24
[9] İbrahim 14/10
[10] İbrahim 14/11
[11] Neml 27/47
[12] Hûd 11/63
[13] Şuarâ 26/141-152.
[14] Şuarâ 26/153 - 154
[15] Şuarâ 26/155
[16] A’râf 7/73 ; Hûd 11/64
[17] Şems 91/13
[18] Kamer 54/27/28
[19] İsra 17/59
[20] Hûd 11/65
[21] A’râf 7/77
[22] Hac 22/47
[23] En’âm 6/58
[24] Ankebût 29/53 -54
[25] Neml 27/48 - 49
[26] Neml 27/51
[27] Hicr 15/83
[28] Hicr 15/73
[29][29] Mü’minûn 23/41
[30] Hûd 11/67
[31] A’râf 7/78
[32] Hicr 15/84
[33] Şuarâ 26/158 - 159
[34] Hûd 11/66
[35] A’râf 7/79
[36] Şuarâ 26/142 ; Saffât 37/124