RİYAZUS SALİHİN DERSLERİ KONU:CÖMERTLİK 2.DERS
“Ey Ademoğlu! İhtiyâcından Fazla Olan Malını Sadaka Olarak Vermen Senin İçin İyi; Vermemen Kötüdür” Hadisi
Ebû Ümâme Suday İbni Aclân radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ey âdemoğlu! İhtiyâcından fazla olan malını sadaka olarak vermen senin için iyi; vermemen kötüdür. İhtiyacına yetecek kadarını elinde tutmandan dolayı ayıplanmazsın. İyiliğe, geçimini üstlendiklerinden başla. Veren el, alan elden üstündür (unutma).” (Müslim, Zekât 97. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 32.)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
İnsanın zorunlu ihtiyaçlarından artan malını saklamayıp öncelikle geçimlerini üstlendiği kişilerden başlamak üzere ihtiyaç sahiplerine dağıtması, iyilik ve cömertlik gereğidir. Hiç şüphesiz her iyilik gibi faydası ve hayrı, böyle davranan kimseye yöneliktir. Çevresindeki insanlar ihtiyaç içinde kıvranırken, elinde ihtiyaç fazlası imkânı bulunanların, cimrilik edip kimseye bir şey koklatmaması ise, lehlerine değil, aleyhlerinedir. Özellikle bu ihtiyaç sahipleri, bakımını üstlendiği kişiler ise, daha kötüdür. Nitekim bir hadîs-i şerîfte “Geçimini üstlendiği kişileri ihmal etmesi kişiye günah olarak yeter.” (bk. 296. hadis) buyurulmuştur.
Bu orta yoldur. Zira kendisini başkasının yardımına muhtaç bırakacak şekilde nesi var nesi yoksa dağıtmak sonra da başkalarının kendisine bir şeyler vermesini beklemek asla doğru değildir. Böyle bir tavır cömertlik sayılmaz. Her şeyin bir ölçüsü vardır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz, bütün malını sadaka olarak getirip :
- Ey Allahın Resûlü!. Al bunu, sadakadır. Sahip olduğum bütün malım budur, diyen kimsenin yüzüne bakmamış. Adam bu sözü üç kez tekrarlayınca, malı alıp adamın önüne bırakmış, sonra da:
- “Sizden biri elinde-avucunda ne varsa hepsini getiriyor ve bu sadakadır diyor; sonra oturup insanların kendisine yapacakları yardımı bekliyor. Sadakanın iyisi, vereni ihtiyaç içinde bırakmayandır” buyurmuştur (bk. Dârimî, Zekât 25 ).
Hz. Ebûbekir’in bütün malını, Hz. Ömer’in imkânlarının yarısını tasadduk etmesi ve Hz. Peygamber’in kabul buyurması, onların kimseden bir şey beklemeyecek gönül tokluğuna sahip olmaları sebebiyledir.
Hadisimizde, elinde ihtiyaç fazlası imkânı olduğu halde, harcaması gerekli olan yerlere harcamayanların ilâhî azabı hakedeceklerine işaret buyurulmuş, ihtiyacı kadarını tutmasında ise hiçbir sakınca bulunmadığı bildirilmiştir. İyilik ve cömertlikte sıranın, geçimi üstlenilmiş kişilerden başladığına da ayrıca dikkat çekilmiştir. Sonuçta, bu kitapta bir çok kez tekrarlandığı gibi “Veren elin, alan elden üstün” ve hayırlı olduğu genel prensibi hatırlatılmıştır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
- İhtiyaç fazlası malı infak etmek ve infaka yakınlarından başlamak tam bir iyiliktir.
- İhtiyacı olan malı elinde ihtiyâten tutmakta bir sakınca yoktur.
- Geçimini üstlendiği kişileri ihtiyâç içinde bırakmak iyilik değil, kötülük getirir.
- Vermek, almakdan her zaman üstündür.
- Kendisini başkalarının yardımına muhtaç bırakacak şekilde varını yoğunu tasadduk etmek doğru değildir. Her şeyin bir kararı ve ölçüsü vardır.
Peygamberimiz İslâm İçin Kendisinden Ne İstenirse Onu Mutlaka Verirdi
Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, İslâm için kendisinden ne istenirse onu mutlaka verirdi. Hele bir keresinde yanına gelen bir adama iki dağ arasını dolduran bir koyun sürüsü verdi. Adam kabilesine dönünce:
- Ey milletim! (Koşun) Müslüman olun. Çünkü Muhammed, fakirlik ve ihtiyaç korkusu duymadan çok büyük ikrâm ve ihsanlarda bulunuyor, dedi.
(Hadisin râvisi Enes diyor ki), kimileri sırf dünyalık elde etmek için Müslüman olurlardı. Fakat çok geçmeden Müslümanlık onların gözünde, dünyadan ve dünya üzerindeki her şeyden daha değerli hale gelirdi. (Müslim, Fezâil 57-58)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Hadisimiz Hz. Peygamber’in, gerektiğinde insanların zengin veya fakir olduklarına bakmaksızın onlara ne kadar cömert davrandığını göstermektedir. Aslında Müslim’in bir başka rivayetinde (Fezâil 59) açıklandığı üzere, Efendimiz’in kendisine iki dağ arasını dolduracak kadar çok koyun verdiği kişi, Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olmuş ve fakat Huneyn ve Tâif savaşlarına müşrik olarak katılmış bulunan Safvan İbni Ümeyye idi.
Safvân, mal düşkünü biri olup kalbleri İslâm’a ısındırılması uygun görülen kimselerdendi. Hz. Peygamber bu gibi kimselere, Huneyn ganimetlerinden, onların akıllarından bile geçiremeyecekleri ölçüde ikramda bulunmuş, onlar da bu ikram karşısında İslâm’a olan düşmanlıklarından vazgeçmek zorunda kalmışlardı. Âlemlere hidâyet ve rahmet vesilesi olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz, herkesin derdine göre tedâvi uygulamış, insanların yepyeni bir İslâm kimliği kazanmalarına yardımcı olmuştur.
Peygamber Efendimiz’in, bağışta bulunurken mutlaka iyi Müslüman aramaması, olaya insanların İslâm’a kazanılması açısından yaklaşması dikkat çekicidir. Demektir ki, farz olan zekât dışındaki ikram, ihsan ve yardımların henüz Müslüman olmayan kalbleri kazanılması düşünülen kimselere, onların kalblerini kazanacak ölçü ve miktarlarda verilmesi, yetkililerin takdirlerine kalmış bir uygulamadır.
Günümüzde de kalbleri İslâm’a ısındırılması halinde, toplumun muhtelif kesimlerinde etkili olabilecek kimseler için böyle bir uygulama düşünülebilir. Özellikle, her türlü insan kazanma yöntemlerinin dünya çapında uygulandığı bir dönemde Müslüman sermâyenin, böyle bir yola girmesi, Hz. Peygamber devrindeki uygulamayı yeniden canlandırma anlamına gelir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
- Hz. Peygamber, yokluk ve fakirlik korkusu duymayacak derecede cömertti.
- O, iyiliği sadece iyilere yapmaz, iyi olmasını umduğu ve beklediği kimselere de yapardı.
- Her insana, kendi anlayışına göre nüfuz etmeye bakmak gerekir.
- İyilik ve ikram, insanların kalblerini kazanmakta en etkili yollardan biridir.
“Onlar Beni İki Durumla Karşı Karşıya Bıraktılar” Hadisi
Ömer radıyallahu anh şöyle dedi
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mal taksim etti. Ben:
- Ey Allah’ın Resûlü! Kendilerine mal verdiğiniz şu kimselerden başkaları o mala daha layıktır!” dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Onlar beni iki durumla karşı karşıya bıraktılar: Ya çirkin sözlerle benden mal isteyecekler, vereceğim. Ya da vermeyeceğim bu defa da beni cimrilikle suçlayacaklar. Ben cimri değilim” buyurdu. (Müslim, Zekât 127)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Altı hadis kitabı içinde sadece Müslim’de bulunan bu hadîs-i şerîf göstermektedir ki sevgili Peygamberimiz, insanların durumlarına ve İslâm izzetine en uygun şekilde davranırdı. Özellikle ihsan ve iyilikte, mal taksiminde, yeterince olgunlaşmamış kimseleri kollar, onların yanlış ve kaba davranışlara düşmemesine dikkat ederdi. Nitekim bu olayda görüldüğü gibi, Hz. Ömer’in bile kabullenmekte zorlandığı bir uygulamada bulunmuştu.
Hz. Peygamber, Hz. Ömer’e verdiği cevabıyla her hareketinin farklı bir sebebi olabileceğini göstermiştir. Bu olayda bazı kimselerin kendisine karşı doğru ve güzel olmayan iki davranış içinde olacaklarını sezmiş, o sebeple onları bu çirkinlikten kurtarmak için daha önce davranıp onları tatmin etmiş ve bir hata işlemelerini önlemiştir. Anlaşıldığına göre bu kimseler, henüz iman bakımından belli bir seviyeye ulaşamamış, İslâm muâşeret kurallarını henüz tam olarak içlerine sindirememiş, Peygamber’e karşı nasıl davranacaklarını bile öğrenememişlerdi. Hz. Peygamber ne onların kaba-saba sözlerle mal isteyip almalarına ne de istediklerini elde edememeleri halinde kendisini cimrilikle itham etmelerine fırsat bırakmamış, onlardan daha lâyık kimseler varken, muhtemel çirkinlikleri önlemek maksadıyla bu kimselere mal vermiştir. Özellikle Hz. Peygamber’in, “Ben cimri değilim” buyurması dikkat çekicidir. Bilindiği gibi Efendimiz, cimrilikten ve pintilikten Allah’a sığınırdı.
Peygamber Efendimiz’in bu davranışı, ashâb ve ümmetine karşı duyduğu şefkat ve merhametin bir sonucudur. Toplumda üç-beş kuruş için gereksiz yere yalan - yanlış şeyleri konuşacak veya bazı yakışıksız halleri aleniyete dökecek ve durup dururken günaha girecek kimseler daima vardır. Bütün bunları önleyici tedbirleri almak, iyilik ve ikram ile bunların önüne geçmek tercih edilmesi gerekli bir uygulamadır. Üstelik bu, başlı başına bir iyiliktir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
- Kaba-saba ve câhil kimseleri idâre etmek, kabalıklarını önlemek için tedbir almak uygun olur.
- Gerekiyorsa, ihsan ve ikramda bulunarak onların kabalık yapmalarına mani olmak câizdir.
- İyilik ve ikram, her zaman kişiye lâyık olduğundan dolayı değil, bazan da şerrinden korunmak veya onu kötülükten korumak için yapılır.
- Hz. Peygamber cimrilikten nefret ederdi.
- Yöneticiler, etraflarındaki kimselerin durumlarına göre hareket etmelidir.
- İnsanların en kötüsü, şerrinden korunmak için öteki insanların tedbir almak zorunda kaldığı kimsedir.
Peygamberimizin Güzel Vasıfları ile İlgili Hadis
Cübeyr İbni Mut’im radıyallahu anh şöyle dedi:
Huneyn Gazvesi’nden dönüşte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte yürürken bedevi Araplar ganimetin taksimini ısrarla istemeye başladılar. Neticede Hz. Peygamber’i Semüre ağacının altında durdurdular. Cübbesi ağaca takılıp kaldı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem devesini durdurup:
“Cübbemi verin bana! Şayet şu gördüğünüz ağaçlar kadar hayvanım olsaydı, onların tamamını size paylaştırırdım. Siz de benim cimri, yalancı ve korkak olmadığımı görürdünüz!” buyurdu. (Buhârî, Cihâd 24, Humus 19)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Huneyn Gazvesi’nde bol miktarda ganimet elde edilmişti. Hz. Peygamber bu malların taksimini savaş sonrasına ertelemişti. Huneyn’den dönerken bir kısım bedeviler, taksimin geciktiği iddiasıyla ganimetin bir an önce dağıtılmasını istemeye başladılar. Bu konuda Hz. Peygamber’i sıkıştırıyorlardı. Hatta bazı rivayetlerde devesinin yolunu bile değiştirip onu malları taksime zorladılar. Neticede dikenli bir ağaç türü olan Semüre ağacının altına inmek zorunda bıraktılar. Buna rağmen Hz. Peygamber onların bu kabalıklarına bir şey demiyor, kendilerini hoş karşılıyordu.
Ağacın dikenlerine takılan cübbesini istedikten sonra, onlara: “Bırakınız bu ganimet malını, şu gördüğünüz ağaçlar kadar şahsi hayvanlarım olsaydı, yine de onların tamamını aranızda taksim ederdim. Siz beni asla cimri, yalancı ve korkak olarak göremezsiniz.” buyurmak suretiyle, onları teskin etmiştir. Bu arada da kendisinin mal ve mülk ile meşgul olmadığını, insanların doğruyu bulmaları için çalıştığını anlatmıştır.
Cömertliği, doğruluğu ve yiğitliği herkes tarafından bilinen Hz. Peygamber’i, ganimet mallarının taksimi konusunda böylesine sıkıştıran kimselerin, onu yeterince tanımadıkları ya da aşırı derecede mal düşkünü oldukları anlaşılmaktadır.
Kimi insanlar hep kendi arzuları ve düşünceleri doğrultusunda olayların gelişmesini isterler. Hele konu maddi çıkarla ilgiliyse iş daha da ciddileşir. İşte bu olayda da bunu görüyoruz. Şahsî çıkarını ön planda tutan bazı kimseler Hz. Peygamber’i etkilemeye çalışmışlar, hatta ganimetlerin taksiminde de bazı kimselere fazla mal verilmesi üzerine, o taksimin âdil olmadığını iddiaya bile kalkışmışlardır. O derecede ki, Hz. Peygamber, “Ben de âdil davranmazsam, dünyada kim âdil davranabilir?” diye kendilerini uyarma ihtiyacını hissetmiştir.
Bütün bu olaylarda Resûl-i Ekrem Efendimiz’in son derece tahammüllü ve bağışlayıcı bir tavır izlediği görülmektedir. Çünkü o, câhillerin davranışlarını bağışlamakla, onların kusuruna bakmamakla emrolunmuştur.
Hadisimizin burada zikredilmesinin sebebi, Hz. Peygamber’in cimri olmadığını, şahsi malını bile taksimden asla geri durmayacağını belirtmesi ve dolayısıyla cömertliği öngörmüş olmasıdır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
- Cimrilik, yalancılık ve korkaklık gibi kötü huyların özellikle Müslüman yöneticilerde bulunması asla yakışık almaz.
- Hz. Peygamber, bağışlama, müsamaha ve eziyetlere katlanma gibi güzel huylara sahipti.
- Gerektiğinde kişinin sahip olduğu üstün vasıfları, övünmek maksadı gütmeden belirtmesinde bir sakınca yoktur.
- İdarecilik, son derece anlayışlı ve müsamahalı olmayı gerektirir.
“Sadaka Vermek Malı Eksiltmez” Hadisi
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sadaka vermek malı eksiltmez. Kul başkalarının hatalarını bağışladıkca Allah da onun şerefini arttırır. Kim Allah için alçak gönüllü davranırsa, Allah da onu yükseltir.” (Müslim, Birr 69. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 82)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Hadisimiz “Sadaka malı eksiltmez” beyânından dolayı buraya alınmıştır. Çok net ve kesin bir ifade ile Sevgili Peygamberimiz, sanılanın aksine, sadakanın malı eksiltmeyeceğini müjdelemektedir. Çünkü Allah Teâlâ, tasadduk edilen her şeyin karşılığını vereceğini vâdetmiştir. Bununla ilgili âyetler ve açıklamalar bu konunun baş tarafında geçmiştir.
Sadaka, Allah’a yakınlık maksadıyla harcanan mal demektir. Onun dünyadaki peşin faydasını malı arttığı için alan; âhiretteki faydasını ise sevabı kat kat olduğu için veren görür.
Kendisinden sadaka verilen mal, bereketlenir. Verene de Allah verir. Görünürde bir azalma var gibi gelse bile, karşılığı ya dünyada ya âhirette ya da her ikisinde birden en az on misli ile alınacağından mal mânen ve maddeten bereketlenmiş ve artmış olur. Yani sadaka malı ya maddeten ya mânen arttırır, kesinlikle eksiltmez. O halde cimri davranmaya gerek yoktur. Cömertlik bereket getirir.
Hz. Peygamber, sadakanın malı eksiltmediğine sanki bir başka örnek verir gibi, cezalandırmaya gücü yettiği halde insanların kusurlarını affeden kimsenin izzet ve şerefinin artacağını, mütevâzi davrananların da Allah Teâlâ tarafından şeref ve itibarlarının yükseltileceğini bildirmiştir. Bu üç husus da ilk bakışta bir eksiklikmiş gibi gözükse de sonuçlarının fevkalâde yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Aslında af ve tevâzu da huy bakımından sadaka anlamındadır.
O halde hadisimizin mânası, her güzellik ve iyilik, bereket, şeref ve izzet kaynağıdır, demek olmaktadır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
- Allah için verilen sadaka malı noksanlaştırmaz. Sadakanın bereketi mutlaka görülür.
- Dünyada malını arttırmak, ahirette sevabını çoğaltmak isteyen sadaka vermelidir.
- Şeref ve izzetini yüksetmek isteyen de, insanlara karşı alçak gönüllü ve bağışlayıcı olmalıdır.
“Haklarında Yeminle Söz Söyleyebileceğim Üç Haslet Vardır; İyi Belleyiniz!” Hadisi
Ebû Kebşe Amr İbni Sa’d el-Enmârî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre o, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlemiştir:
“Haklarında yeminle söz söyleyebileceğim üç haslet vardır; iyi belleyiniz!
Sadaka vermekle kulun malı eksilmez.
Uğradığı haksızlığa sabredenin Allah şerefini arttırır.
Dilenme kapısını açan kimseye Allah, fakirlik kapısını açar. (Veya buna benzer bir cümle söyledi).
“Yine size bir söz daha söyleyeceğim, onu da iyi belleyiniz” dedi ve şöyle buyurdu:
“Dünyada dört kısım insan vardır:
(Birincisi) Allah’ın kendisine mal ve ilim verdiği kimsedir. Bu kişi Allah’a karşı saygılı davranır, hısımlarını görüp gözetir, o maldaki Allah’ın hakkını yerine getirir. Bu, en üst derecedir.
(İkincisi), Allah’ın kendisine ilim verip mal vermediği iyi niyetli kimsedir. O, iyi niyetle, “Eğer malım olsaydı ben de falan adam gibi davranırdım” der. Bu, iyi niyetinin karşılığını görür. İkisinin sevabı eşittir.
(Üçüncüsü), Allah’ın mal verip ilim vermediği kimsedir. O bilgisizliği yüzünden malını gelişi güzel harcar, Allah’a karşı sorumlu davranmaz, hısımlarını görüp gözetmez, o malda Allah’ın hakkı olduğunu idrak etmez. Böylesi kişi, en kötü durumdadır.
(Dördüncüsü), Allah’ın ne mal ne de ilim verdiği kimsedir. Bu kişi der ki, “Eğer malım olsaydı, ben de falan gibi yer-içerdim”. Bu da niyetinin karşılığını görür. Binaenaleyh bu iki kişinin vebâli eşittir.” (Tirmizî, Zühd 17)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Bu hadiste, mecbur olmadığı halde sırf mal biriktirmek maksadıyla dilenciliğe kalkışan kimseyi Allah Teâlâ’nın fakirlikle cezâlandıracağı bildirilmektedir. Hadisimizde sadaka ve dilencilikten bahsedildiğine göre, ikinci cümledeki “haksızlık” da her halde ekonomik açıdan bir haksızlık olmalıdır. Nitekim hadisin bundan sonraki kısmında da ağırlıklı olarak mal ve mal sarfından bahsedilmektedir.
Uğradığı haksızlığa sabır ve tahammül göstermek, haksızlığa râzı olmak anlamına gelmez. Bu, “Sen kötülüğü en güzel bir şekilde önle!” (bk. Fussılet sûresi, 34) âyetindeki tavsiyenin uygulaması demektir. Sonucu da yine aynı âyette haber verildiği gibi, “candan dostluk”ların oluşmasıdır.
Hadisimizin ikinci kısmında açıkca görüldüğü gibi ilim de mal gibi insanlara lutfedilmiş bir tür rızıktır. Hatta mal nimetinin nasıl kullanılması gerektiğini bilmeye ve dünyayı değerlendirmeye yarayan çok daha kapsamlı ve insanı kemâle ulaştırıcı bir rızıktır. Hatta bu sebeple bir hadîs-i şerîfte, “Ortaya konulmayan, istifadeye sunulmayan ilmin, kendisinden infakta bulunulmayan bir hazine gibi olduğu” (bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 499] bildirilmiştir. Öte yandan fakir bile olsalar âlimler,“Kendilerini rızıklandırdığımız nimetlerden infak ederler.” (Bakara sûresi, 3) âyetinin anlam sınırları içindedirler.
Ayrıca hadisimizde, iyi ve kötü niyetin kişiye, sanki iyiliği ve kötülüğü bizzat işlemiş gibi sevap ve günah kazandıracağı çok çarpıcı bir biçimde ortaya konulmuştur. Birinin iyilik yaparak kazandığı sevabı, bir başkasının sırf iyi ve samimi niyetinden dolayı alması çok güzeldir. Ancak birinin işlediği hatalar sebebiyle kazandığı günahı, bir başkasının sırf ona özendiği ve onun gibi olmak istediği için üstlenmesi, “durduk yerde günaha girmek” demektir. Bu durum, yani birinin işleyerek hakettiği vebâli ötekinin işlemediği halde sırf niyeti sebebiyle haketmesi, “Allah Teâlâ, işlemedikleri sürece gönüllerinden geçen kötülüklerden dolayı ümmetimi sorumlu tutmaz” (Bk. Buhârî, İtk 6; Talak 11; Eymãn 15; Müslim, İman 201-202) hadisine ilk bakışta muhalif gibi geliyorsa da öyle değildir. Çünkü hadisimizde “Malım olsaydı ben de onun gibi keyfimce harcardım” diye niyetini, sadece içinden geçirmekle kalmadığına, diliyle açıklamış olduğuna dikkat çekilmektedir.
Böyle olunca artık o bir anlamda fiil haline dönüşmüş gibidir. Öte yandan işi inceden inceye araştıran âlimler, “İnsanın içinden geçenler dolayısıyla sorumlu tutulmaması, o şeylerin yerleşik bir niyet ve karar haline gelmemesine bağlıdır. Bir azm ve değişmez karar haline gelmişse, kişi onu henüz işlememiş ve diliyle söylememiş bile olsa, günah olarak kaydedilir.” demektedirler (bk. 12. hadis) Hiç kuşkusuz bu yorum, her iki hadisin birbiriyle çelişik olmadığını, farklı durumlara yönelik olduklarını açıkca ortaya koymakta ve doğru olarak anlaşılmalarını sağlamaktadır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
- Sadaka malı eksiltmez.
- Uğradığı haksızlığı sabır ve tahammülle karşılayanın izzeti artar.
- İhtiyacı yokken dilenciliğe yeltenen, fakirlikle cezalandırılır.
- İlim, maldan üstündür. Çünkü malın nasıl kullanılması gerektiği, neleri nasıl yapmanın doğru olduğu ilimle bilinir.
- Kişi niyetiyle hem sevab hem de günah kazanabilir. İyi şeylere niyet etmek ve iyi niyetli olmak Müslümana iyilik kapılarını açar.
“Kürek Kemiği Hariç Hepsi Bizim Oldu” Hadisi
Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûl-i Ekrem’in ailesi bir koyun kesmişlerdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir ara:
- “Ondan geriye ne kaldı?” diye sordu. Hz. Aişe:
- Sadece bir kürek kemiği kaldı, cevabını verdi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber;
- “Desene bir kürek kemiği hariç, hepsi duruyor!” buyurdu. (Tirmizî, Sıfatu’l-kıyâme 35)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Sevgili Peygamberimiz’in infak ve iyilik yapmayı çok sevdiği, onun son derece cömert davrandığı şimdiye kadar bir çok hadîs-i şerîfte geçmiş bulunmaktadır. Burada Resûl-i Ekrem Efendimiz, Allah rızâsı için kestikleri bir koyundan, ne kadarının dağıtıldığını, dağıtılmayan ne kaldığını öğrenmek istiyor. Kendisi gibi cömert olan hanımlarının, koyunun kürek kemiği dışında tamamını dağıttıklarını haber alıyor. İşte o zaman Sevgili Peygamber’imiz, son derece yüksek, özlü, güzel ve anlamlı bir tesbit ve açıklamada bulunuyor:
“Desene, bir kürek kemiği (veya butu) hariç, hepsi duruyor.”
Peygamber Efendimiz’in bu cevabı, insanlara iyilik olsun diye verilen ve dağıtılan hiçbir şeyin kayıp olmadığını, onun, veren adına kaydedildiğini, aslında infak edilmeyen malın elden çıkmış sayılması gerektiğini pek nefis bir ifade ile ortaya koymaktadır.“Ne infak ederseniz o sizin lehinizedir.” (bk. Bakara sûresi, 272),“İnfak ettiğinizin karşılığını Allah verir” (Sebe sûresi, 39) âyetleri, bundan daha güzel, nasıl yorumlanabilir?
Hadisten Öğrendiklerimiz
- Allah için yapılan hiçbir iyilik zâyi olmaz.
- İnfak edilen, aslında infak edenin yanında kalır. “Ne verirsen elinle o gider seninle” sözü, bu kesin gerçeğin halkımızca ifadesidir.
- Malının yanında kalmasını isteyen, onu fakirlere tasadduk etmelidir.
“Kesenin Ağzını Sıkma! Allah Da Sana Sıkarak Verir!” Hadisi
Esmâ Binti Ebûbekir radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre Esmâ, “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu” demiştir:
- “Kesenin ağzını sıkma! Allah da sana sıkarak verir!”
Bir rivayette (Müslim, Zekât 88) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“İnfak et sayıp durma, Allah da sana karşı nimetini sayıp esirger. Paranı çömlekte saklama, Allah da senden saklar.” (Buhârî, Zekât 21; Müslim, Zekât 88. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd. Zekât 46; Tirmizî, Birr 40; Nesâî, Zekât 62)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Hz. Peygamber, Esmâ radıyallahu anhâ’ya hitâben cömertliğin önemini, cimri davranılması halinde neler olacağını bildirmek suretiyle anlatmıştır. Bunu da halk arasında yaygın olan bir üslupla ifade ederek: Para kesesinin ağzını iple boğma, yani eli sıkı ve cimri biri olma! Aksi halde Allah da sana olan nimet ve ikram hazinesinin ağzını bağlar, nimetini senden esirger, buyurmuştur.
Cimri kimseler keselerinin ağzını sıkıca bağladığı, para çıkınlarını birkaç defa sarmaladığı için halkımız onlardan “ne kirli çıkıdır ooo!” diye bahseder.
Hadisin öteki rivayetinde râvinin tereddüdünün sonucu olarak birbirine yakın mânada bir kaç kelimenin yer aldığı görülmektedir. Bu kelimelerin her birinin kullanılmış olduğu ihtimalini gözönüne alarak hepsini birden tercüme edersek şöyle bir cümle kullanmamız gerekir: “Allah rızâsı için infak et, bol bol ver, âdeta etrafa su döker gibi iyilik saç, cömert ol, sakın malını, paranı sayıp saklamaya kalkışma, Allah da sana sayar ve nimetini senden esirger.” Bu ifadeler Hz. Peygamber’in, konuya ne kadar önem verdiğini göstermektedir.
Sevgili Peyamberimiz, “insan nasıl davranırsa onun karşılığını görür” demek istemektedir. “Siz ne infak ederseniz, Allah onun karşılığını verir” âyetini (Sebe suresi, 39) bir başka şekilde hatırlatıp teyid etmiştir. “Ceza amelin cinsinden olur” kuralı da böylece gerçekleşmiş olacaktır.
Malı veya parayı saklayıp biriktirmeye kalkışmak, yani böylece cimrilik yapmak aslında insanın, kendisine yönelecek maddî ve mânevî ikram ve ihsanlara kapıyı kapamak demektir. Bu da akıllıca bir iş değildir. Bu sebeple Hz. Peygamber, sürekli eli açık ve cömert davranmayı tavsiye etmiştir. Hadisimizin Buhârî’deki rivayeti, “(Az da olsa) gücün yettiği kadar sadaka ver” diye sona ermektedir.
Bu da gösteriyor ki cömertlik, çok vermekten ibaret değildir. İnsanın gücü ölçüsünde, az olsun çok olsun bir şeyler vermeyi, eli sıkı olmamayı benimsemesi ve öyle davranması demektir. Bunu alışkanlık haline getirmektir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
- Cimrilik, mahrumiyet sebebidir.
- İkram ve infak edene Allah Teâlâ da bol bol ikram ve ihsanda bulunur.
- Cömert davranmak kadın-erkek her Müslüman için hem bir fazilet hem de zenginlik vesilesidir.
- Hz. Peygamber infakta bulunmayı ısrarla tavsiye etmiştir.
“Cimri ile Cömerdin Durumu” Hadisi
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre o, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işitmiştir:
“Cimri ile cömerdin durumu, göğüsleri ile köprücük kemikleri arasına zırh giyinmiş iki kişinin durumuna benzer. Cömert, sadaka verdikce, üzerindeki zırh genişler, uzar, ayak parmaklarını örter ve ayak izlerini siler. Cimri ise, bir şey vermek istediğinde zırhın halkaları birbirine iyice geçer, onu sıkıştırır; genişletmek için ne kadar çalışsa da başaramaz.” (Buhârî, Cihâd 89; Zekât 28, Talâk 24; Libâs 9; Müslim, Zekât 76-77. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 61)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Çok fazla önem arzetmeyen kelime farklılıklarıyla rivayet edilmiş olan hadisimiz, cimri ve cömert kimselerin ruh hallerini güzel bir benzetme ile edebî bir tarzda anlatmaktadır. Ruhî ve mânevî bir olayı şeklî ve maddî bir misalle somutlaştırarak anlatmak, meselenin daha iyi anlaşılmasını sağlar. Eğitim ve öğretimde bu uygulama hep yapılagelmiş-tir.
Sevgili Peygamberimiz bu hadislerinde, fakir-fukaranın yardımına koşan cömert kimsenin gönlünde huzur, vicdanında engin bir ferahlık meydana geleceğini bildirmektedir. Adetâ boğazına sarılıp kişiyi sıkıştıran duygular zırhı, cömert kimse için yumuşar genişler ve hatta bütün ayıplarını örten koruyucu ve çok rahat bir elbise haline dönüşür. Cömert adam, iyilik ve yardımseverlikten duyduğu huzurun, ta parmak uçlarına kadar bütün vücudunu kapladığını hisseder. Cömertlik sayesinde görünür ve görünmez ayıplarının örtülmüş olmasından dolayı son derece mutlu olur.
Cimri, çevresindeki yardıma muhtaç insanlara ve dindaşlarına karşı duyarsız ve katı davranan kimsedir. Adeta kendisini demir zırhla koruma altına almıştır. Fakat ne de olsa insandır. Arada bir birilerine yardım etmeye niyetlenecek olsa, kendisini cimrilik duygularının yoğun ve nefes aldırmaz baskısı ve sıkıştırması altında hisseder. Üzerindeki zırhın halkaları birbirine iyice kenetlenmiş kimsenin, biraz rahatlamak için onu açmaya çalışıp başaramadığı gibi cimri de, cimrilik duygularının baskısından kurtulup da iyilik yapamaz. Gönlünde başkalarına yardım etmiş olmanın huzur ve rahatlığını yaşayamaz. Kendi katı ve dar dünyasında, tepeden tırnağa cendere içindeymiş gibi bunalır kalır. Eli bir türlü iyiliğe uzanamaz. Onun için bu, yeter ıstırap ve cezâdır.
Bilinen bir gerçektir ki, cömert kişi sadaka verir, iyilik ve infakta bulunurken elini açar ve yayar. Cimri ise, kendisini sıkar, ellerini yumar; kimseye bir şey koklatmak istemez. Hadisimiz, biri son derece rahat, öteki son derece sıkıntı içinde olan işte bu iki kişinin hallerini tasvir etmektedir.
Cimri ve cömert kimselerin iç dünyasını ve onların hareketlerini etkileyen duygularını ve sonuçta onların yaşadıkları huzur veya rahatsızlığı böylesine canlı bir örnekle ortaya koyan Hz. Peygamber, kısıtlı imkânlar içinde bile insanların yapacakları iyilikler sebebiyle çok mutlu ve huzurlu olabileceklerini anlatmakta, insanları imkân nisbetinde cömert davranmaya davet etmektedir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
- Cömert kişi bir iyilik yapmak istediği zaman içinde hiçbir sıkıntı duymadan kolayca yapar.
- Cimri bir iyilik yapmak isterse, elini kıpırdatamayacak derecede bir baskı ve sıkıntı hisseder. Sanki boğazında nefes almasını zorlaştıran bir demir zırh vardır. Öylesine sıkıntı hisseder ve iyilik yapmayı başaramaz.
- Cömertlik, hem dünyada hem de âhirette mutluluk ve huzur demektir.
- Rahat etmek, görünür ve görünmez hatalarının baskısından kurtulmak isteyenler, iyilik yapmalı, sadaka vermeli, çevrelerine karşı cömert davranmalıdırlar. Çünkü cömertlik ayıpları örter, kusurları silip yokeder.
“Kim, Helâl Kazancından Bir Hurma Kadar Sadaka Verirse” Hadisi
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim, helâl kazancından bir hurma kadar sadaka verirse - ki Allah, helâlden başkasını kabul etmez - Allah o sadakayı kabul eder. Sonra onu dağ gibi oluncaya kadar, herhangi birinizin tayını büyüttüğü gibi, sahibi adına ihtimamla büyütür.” (Buhârî, Zekât 8; Tevhîd 23; Müslim, Zekât 63, 64. Ayrıca bk. Tirmizî, Zekât 28, Nesâî, Zekât 48; İbni Mâce, Zekât 28)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Yüce Kitabımız’da Allah Teâlâ’nın fâizi batıracağı, sadakaları arttıracağı (bk.Bakara sûresi, 276) bildirilmiştir. Hadisimiz, helâlinden verilen sadakaların Allah Teâlâ tarafından nasıl büyütüldüğünü, herkesin anlayacağı bir misalle anlatmaktadır. Güzel bir küheylan yavrusuna sahip olan kimse o güzel tayı, büyük bir at olsun diye nasıl özenle bakar, büyütür, beslerse; Allah Teâlâ da kulun helâl maldan verdiği değer veya miktar bakımından bir hurma kadar olan sadakayı kabul buyurur ve o kişi adına yine miktar veya sevab olarak dağ gibi oluncaya dek arttırır. Neticede bir hurma tanesi sadaka veren kimse, dağ kadar mal tasadduk etmiş gibi olur. Sadakaların Allah tarafından arttırılması, ecir ve sevaplarının katlanmasıyla olur.
Ancak burada, hadiste geçen ara cümlecikte de belirtildiği gibi, sadakanın helâl yoldan kazanılmış temiz bir maldan verilmiş olması son derece önem arzetmektedir. Zira Allah Teâlâ, helâl ve temiz olmayan hiç bir sadakayı asla kabul buyurmaz. Haram maldan verilen sadakayı kabul etmesi, haramı emretmiş olması anlamına gelir ki, Allah hakkında asla böyle bir şey düşünülemez. O sebeple Allah katında, sahibi adına arttırılacak olan sadakanın azlığı çokluğu değil, helâl maldan verilmiş olması önem taşımaktadır. Cenâb-ı Hakk’ın yüce katına ancak temiz olan sözler ve işler ulaşabilir. Yücelik isteyen, önce kendi kalitesine dikkat etmek zorundadır.
Helâl, israfı kaldırmaz. Helâl kazanç boşa, layık olmayana gitmez. Helâlinden kazanılmış malı olanın, “kime sadaka versem” diye düşünmesine, özel araştırma yapmasına veya etraftan tavsiye almasına gerek yoktur. O temiz mal, kendisine layık olan kimseyi bulur. Yani “kime sadaka versem ki” diye iyi adam aramaktan önce, “kazancın temiz ve helâl olmasına dikkat etmek” gerekir.
Hadîs-i şerîfte Allah Teâlâ için kullanılan ve anlamı “Allah o temiz sadakayı sağ eliyle kabul eder” demek olan fe innellahe yakbeluhâ bi yemînihî ifadesi, Allah’ın o sadakayı kabul buyurduğunu anlatır. Yoksa -haşa- Allah Tealâ’ya el, ayak isnâd etmek mümkün değildir. O, hiç bir mahlûka benzemez ve benzetilemez.
Hadisten Öğrendiklerimiz
- Allah Teâlâ ancak helâl maldan verilen sadakaları kabul buyurur.
- Helâl maldan verilen sadakalar miktar ve değer olarak bir hurma kadar az ve küçük de olsa makbuldür.
- Allah Teâlâ kabul buyurduğu bir sadakayı, kendi ikram ve ihsanı ile tahmin ve tasavvur edilemeyecek ölçüde büyütür.
- Verilen sadakanın küçüklüğüne - büyüklüğüne, azlığına çokluğuna değil, helâl yoldan kazanılmış olmasına dikkat etmek lâzımdır.
“Falanın Bahçesini Sula!” Hadisi
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Sahrada yolculuk yapmakta olan adamın biri, yolculuk esnâsında, bulut içinden “falanın bahçesini sula!” diye bir ses duydu. Bunun üzerine o bulut, kara taşlık bir yere saptı ve oraya suyunu boşalttı. Adam derelerden birinin o suyun tamamını topladığını hayretle gördü ve suyu takip etti. Bir de baktı ki, adamın biri bahçesinde elindeki kürekle suyu oraya buraya çevirip bahçesini suluyor. Ona:
- Ey Allahın kulu! Adın nedir? diye sordu.
Adam, daha önce buluttan duyduğu ismi söyledi, peşinden de:
- Ey Allahın kulu! Adımı niçin soruyorsun? dedi. O da:
- Ben şu suyu yağdıran buluttan, “senin adını vererek falanın bahçesini sula!” diye bir ses duymuştum da onun için soruyorum. Sen ne yapıyorsun ki bu lutfa mazhar oluyorsun? dedi. Bahçe sahibi:
- Madem ki merak ediyorsun söyliyeyim; “Ben bu bahçenin ürününü hesap ederim; üçte birini sadaka olarak dağıtırım, üçte birini çoluk-çocuğumla birlikte yerim, üçte birini de tohumluk olarak ayırırım” dedi. (Müslim, Zühd 45)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Allah rızâsı için cömertlik eden kimsenin, hiçbir zaman mahrum kalmayacağı, Allah’ın çok değişik ikram ve lutuflarıyla karşılaşacağı muhakkaktır. İşte hadisimiz, bahçesinden elde ettiği mahsulün üçte birini sadaka olarak dağıtan bir insanın, nasıl Allah’ın özel ikramını kazandığını haber vermektedir.
Kaynakların ismini vermediği bu bahtiyar zât, sırf cömertliği sayesinde, çöl ve sahra gibi suyun çok az bulunduğu bir ortamda, sanki özel olarak yapılmış su yollarıyla ve özel olarak görevlendirilen bulutların getirip boşattığı sularla bahçesini sulayabilmekte ve bereketli mahsul elde edebilmektedir. “Eğer siz verdiğimiz nimetlere şükrederseniz, biz de size nimetimizi arttırırız” (bk. İbrahim sûresi,7) âyetinin sırrı tecelli etmektedir.
Dinimizde tarla mahsüllerinden öşür, yani mahsülün onda biri, özel hizmet ve masrafla sulanan topraklardan çıkan ürünün ise yirmide biri vergi olarak toplanır. Bu olayda, bahçe sahibi mahsülün üçte birini kendiliğinden tasadduk etmektedir. Kendisini ve bakımıyla yükümlü olduğu kimseleri muhtaç duruma düşürmemek kaydıyla kişi istediği kadar sadaka verebilir; bunun sınırı yoktur.
Hadisten Öğrendiklerimiz
- Cömertlik bereket getirir.
- Sadaka, en olumsuz ortamlarda bile bir ihsan ve lutuf sebebidir.
- Allah Teâlâ iyilik sever kullarını lutuf ve ihsanı ile ödüllendirir.
- İyilik eden iyilik bulur, mahrûmiyet çekmez.