SAVAŞ SADECE MEYDANLARDA OLMAZ
Değerli Müminler:
İlk insan olan Âdem babamız ile başlayan dünya serüvenimiz mücadele üzerine kurulmuştur ki, bu mücadele hak ile batılın mücadelesidir. Bu savaş bazen meydanlarda çarpışma yönü ile cereyan etse de aslında hayatın her alanında devam etmektedir. Bir Müslüman olarak bunu farkında olmak hayat mücadelesi içinde haktan yana kalabilmek açısından hayati öneme sahiptir.
Ancak toplum içersinde bulunan kimseler olarak görmekteyiz ki, savaşın sadece meydanlarda veya dar bir alanda yapıldığı düşüncesi Müslümanlarda hâkim olmuş durumdadır. Fakat düşmanlarımız içten içe her alanda bizimle savaşmakta ve fırsat kovlamakta olduklarını dikkatli bakan feraset sahibi herkes görebilecek durumdadır.
Asırlardır bizle savaşan batılın hizmetkârları edindikleri tecrübe ile bizim nelere zafiyetimizin olduğunu tespit ederek her yönlü imanımızı yok etmek için mücadele etmektedirler.
Zaaflarımızın neler olacağını beyan eden Allah Resulü s.a.v ‘in sözü bizim gözümüzden kaçsa da onların gözünden kaçmamış ve o zaafımızı sonuna kadar kullanmaktadırlar. Peki! O söz nedir?
“Şüphesiz her ümmetin bir fitnesi vardır. Ümmetimin fitnesi (imtihan vesilesi) de maldır.” [1]
Allah Resulü s.a.v ‘ in ifade ettiği mal sevgisinin içerisine ona giden birçok sebep vardır. Mal dediğimiz zaman işin içerisine makamlar, kadın, şöhret, kibir, büyüklenme ve benzeri birçok hususu da içine aldığı bir gerçektir.
Müslüman’a düşman olan batılın uşakları şeytanın talebeleri olarak tuzaklarını kurarlar ve biz bu tuzaklara bazen sosyal medyada, bazen bir gazete köşesinde, bazen bir kurumda düşer ve onların emrine girer ve böylelikle mutlu olduğumuzu zannederiz ama işin aslının öyle olmadığını kendimizle baş başa kaldığımızda anlarız. Çünkü bizi yaratan ve bizi bizden iyi tanıyan Rabbimizin beyanı açıktır:
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ
“Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” [2]
Rabbimizin ifadesi açıkken peki bizler neden o mutluluğa kavuşamıyoruz?
İşte bu noktada izlediğimiz yolların istikamete varmaktan uzak olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz. Çünkü bizler İslam’ın çağları aşan güzel mesajlarına değil önümüze konulan ve kabullenmemizin bize fayda vereceğini söyleyen piyonların telkinlerine kulak veriyoruz.
Makamlarda bizler olmalıyız ve ne olursa olsun orada kalmalıyız!
Başımızın örtüsü ile her mecrada yer bulmalıyız!
Günümüzün gereklerine göre ticaret yapmalıyız!
Dini yaşadığımız çağın gereklerine göre güncellemeliyiz!
Kadınların haklarını korumak adına onlara sonsuz özgürlük vermeliyiz!
Sapkın düşüncelerinde özgürce düşüncelerini söylemelerine izin vermeliyiz çünkü onlarda Allah’ın yarattı insanlar olduğu gerçeğine kulak kapatmamalıyız!
Bu ve benzeri ne kadar da çok söz duyuyoruz değil mi?
Bunu söyleyenler nasılda masumane bir tavır takınarak bizlere zehrini zerk ediyor farkında mıyız?
Hâlbuki Rabbimiz biz Müslüman’ım diyenleri açıkça uyarıyor:
وَاِنْ تُطِعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ
“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.” [3]
Rabbimizin ifade ettiği bu gerçeği eğer gerçekten Müslüman isek dikkate alarak bize gösterilene değil gizlenene bakmak zorundayız!
Yaşadığımız çağın cahiliye döneminden daha zor ve mücadelesinin de çok çetin olduğu gerçeği ile yüzleşmek zorundayız! Ancak bu bizleri haktan yana tavır almaktan alıkoymamalı ve hangi şartta olursa olsun Allah’ın rızası için mücadelede olma yolunda gayretimizi ortaya koymalıyız.
Allah Resulü s.a.v asırlar önce yaşadığımız çağın zorluğunu bizlere şöyle haber vermektedir:
“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, dininin gereklerini yerine getirme konusunda sabırlı/dirençli davranıp Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.” [4]
Tabi ki bu ifade bizleri umutsuzluğa düşürmemeli çünkü biz hidayetin Allah’ın elinde olduğunu ve ondan umudun asla kesilmemesi gerektiğini bilmesi gereken kimseleriz. Bugün bizlerin yapacağı en büyük cihat ailemizi İslam dışındaki dış etkenlerden elimizden geldiğince koruma çabasıdır.
Belki bu mücadelede eşimizden, çocuklarımızdan, akrabalarımızdan darbe yemekle karşı karşıya kalacağız ama ahrette Rabbimizle karşı karşıya kalmaktansa onların vereceği tepkilere göğüs germek her akıllı Müslüman’ın yapması gereken bir tavır olacaktır.
Bu yolda başarılı olmanın yolu ise öncelikle bizi yoktan var eden Rabbimize kalpten bir yönelişle teslim olmak sonrasında da ailemize hedefler belirlerken önceliği dünyaya vermemektir.
Örneklemek gerekirse” şunu olmalısın evladım demek yerine ne olursan ol yeter ki imanlı ol!” İfadesini kullanacak bir irade ortaya koymaktır.
İşte bu ifadeyi hayatımızın merkezine bir koyabilsek her şey kendiliğinden çözülecek ama bizlerin kullandığı ifade maalesef şu cümle olmaktadır:
“Onların var bizim niçin olmasın!”
Peki! Bunu söyleyen ey Müslüman sen şu cümleden haberdar değimlisin?
“Dünya Müminin Zindanı ve Kâfirin Cennetidir.”
Hele Allah Resulü s.a.v ‘in bir ifadesi var ki bize istikametimiz açısından tam manası ile ışık tutmaktadır:
Hz. Ömer efendimiz Allah Resulünün yokluklar içindeki halini görerek;
“–Kisrâlar, kayserler saraylarda yaşarken Sen bir hasırın üzerindesin…” diye ağlayan Hazret-i Ömer’e;
“–Dünya onların âhiret bizim olsun, istemez misin yâ Ömer?!.” [5]
Öyle ise biz Müslümanlara düşen düşmanlarımız bütün tuzaklarına karşı “ dünya onların ahret bizim olsun” cümlesini söyleyebilecek imanı ortaya koymaktır.
[1] Tirmizî, Zühd 26
[2] Rad 28
[3] En-am 116
[4] Tirmizî, Fiten,73; Ebu Davud, Melahim,17
[5] Ahmed, II, 298