SAMİRİNİN BUZAĞINA NAZİRE YAPMANLAR
Değerli Müslümanlar:
İnsanların çoğunluğu “Bu dünya hayatından başka bir hayat yoktur. Yaşarız ve ölürüz. Bizi öldüren ise zamandan başkası değildir.”[1] gibi bir düşünce ile hareket eder. Bu durum inanmayan insanlar için gayet normalken, yaşamdan sonra yeni ve ebedi bir yaşam olduğuna iman eden kimselerin yaşar ve ölürüz diyenler gibi hareket etmesi normal bir davranış değildir.
Çünkü bizler dünya hayatının geçici olduğuna, asıl hayatın ise ahret yurdu olduğuna iman etmesi gereken kimseleriz.
Peki! Ama bu hususta ne kadar samimiyiz?
Maalesef bizler inanç değerlerimizi belirleyen Allah’ın kelamı ve Resulünün sünnetini baz almamız gerekirken, zamana yenilecek kimselerin söylem ve eylemlerini İslam’ın esaslarından daha değerli hale getirmiş durumdayız.
Hâlbuki Rabbimiz yoldan sapmamamız ve örnek almamız için bizlere kerim kitabında birçok örnekler sunar. Bu örnekler ise hikaye olsun, masal gibi anlatılsın diye sunulmuş örnekler olmayıp, dünya hayatında kul olma hedefinde olanların izlemesi gereken formüllerin nasıl uygulanacağını ortaya koyan açık göstergelerdir.
Ancak ne hazindir ki ilk emri oku olan bir dinin mensupları olarak yaratılan bunca güzelliği, ortaya çıkan hassas dengeyi, bunu ortaya koyan ilmi formülleri ve bize hayat verecek hükümleri ortaya koyan kitabımızı anlama hususunda vurdumduymaz bir tavır takınmaya devam ediyoruz.
Doğa harikası bir mekanı gezerken mest olup onu var eden gücü anlamayan, en hassas elementleri çözdüğü halde onun oluşumundaki gücü görmeyen, hayatında olması gereken insani ve ahlaki değerleri uygulaması gerektiğini bildiği halde bu kaideleri ortaya koyan kitabını görmezden gelen kimselerin adı Müslüman olsa bile ahret yurdunda güzellik namına bir şey elde etmesi mümkün değildir.
Öyle bir hale gelmişiz ki, Allah’ın hükmü karşısında binlerce bahane ve delil arayışı içine girerken, hakka varmak adına atmamız gereken bir adımı atmayı kendimize zül sayıyoruz.
Hepimiz Samiri’nin altından yapılma buzağısının böğürmesine kanıp ona secde etmeyi benimsiyoruz da, Kızıldeniz’i bize yol edene secde etmeyi bir türlü beceremiyoruz.
Peki! Soralım kendimize neden Rabbimiz kerim kitabında Samiri’nin buzağından bahsederek bunu bize haber veriyor?
Bunun cevabı olarak Rabbimiz insanoğlunun nankör bir varlık olduğunu, Rabbinin insanoğluna verdiği nimetlere karşın ona nasıl isyan ettiklerini, isyan edenlerin ise sonunun ne olacağını ortaya koymak adına bizlere örnekler vermesi biz insanoğluna bir hatırlatmadır.
Düşünün kendilerine zülüm eden firavunun zulmünden onları kurtarmak adına Kızıldeniz’i yararak karşıya geçiren, firavun ve ordusunu o suda boğan, karınları doysun diye gökten nimetler indiren Rablerinin büyüklüğüne şahitlik ettikleri halde onlar ilk gördükleri batıl yola sapmaya kalktılar.
Rabbimiz bu hususu ortaya koyarken Yahudilerin zalimliğine şöyle işaret etmektedir:
وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ الْبَحْرَ فَاَتَوْا عَلٰى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلٰٓى اَصْنَامٍ لَهُمْۚ قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَلْ لَنَٓا اِلٰهًا كَمَا لَهُمْ اٰلِهَةٌۜ قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
İsrailoğullarını denizden geçirdik. Puta gönülden tapan bir kavme rastladılar: " Ey Musa; onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap!" dediler. Musa, "Doğrusu siz bilgisiz bir topluluksunuz" dedi
قَالَ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪يكُمْ اِلٰهًا وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
ve ekledi: "Allah sizi alemlere üstün kılmışken size Allah'tan başka bir tanrı mı arayayım." [2]
Bugün bizim durumumuzda böyle değil mi? Rabbimizin bizlere sunduğu bunca delile rağmen bizler nimeti ve cenneti Allah’ın var ettiklerinden beklemiyor muyuz?
Olur mu efendim! Biz Allah’ı biliyor ve onun af ve mağfiretine erişmenin yolunun falanca kimsenin eli ile olacağını düşünüyoruz!
Söyleyin değerli kardeşlerim!
Böyle bir anlayışı taşıyanların İsrailoğullarından ne farkı kalıyor?
Onlarda Allah’ı biliyor ve kabul ediyordu. Aynı Mekkeli müşriklerin Allah’ın varlığını bilip, kabul etmesi gibi.
Mesele Allah’ın yaratıcılığı kabul etmek değil, mesele Rabbimizin var ettiği alemlerin hüküm koyucusu olduğunu kabul etmektir.
Peki! Bizler hüküm koyucu olarak Allah’ı gerçekten kabul ediyor muyuz?
Maalesef bizler hakkı, adaleti, liyakati ortaya koyan idarecileri değil, nefsimizi okşayan cümleleri söyleyip, ona göre yöneten idarecileri seçiyoruz.
Peygamberlerle ve şehitlerle beraber olacak dürüst ve adil tüccarları değil, hilekâr ve düzenbaz kimseler ile iş yapmayı marifet sayıyoruz.
Bize hakkı ve hakikati öğreten hocaları değil, dünyevi ilimlerle nasıl menfaat elde edileceğini öğretip bizi dünyaya bağlayan kimseleri el üstünde tutuyoruz.
Allah’ın kelamını, Resulünün sünnetini eğip bükmeden söyleyen imamları değil, Samiri’nin buzağı gibi sesler çıkarıp, kuranın hükmüne göre yaşamayan kimseleri seviyoruz.
Zannediyor musunuz ki, bunları yaptık yanımıza kâr kaldı! Önümüze çıkan doğru ve yanlış her tercihin bir sonucu var. Aynı Musa a.s’ın peygamber olduğu Yahudiler gibi. Rabbimiz onların imtihanı nasıl kaybettiklerini şöyle beyan ediyor:
قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ
“Allah, “Fakat” dedi, “Biz senden sonra kavmini sınadık ve Sâmirî onları yoldan çıkardı.” [3]
Bugünde bizler sınanıyor ve imtihanı kaybediyoruz. Buna karşılık kendini Müslüman olarak konumlandıran kardeşlerimize yanlışlarını ifade ettiğimizde bizlere aynı İsrailoğullarının ifadesi ile cevap veriyorlar:
قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْـنَٓا اَوْزَاراً مِنْ زٖينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ
Sana verdiğimiz söze bilerek ve isteyerek aykırı davranmış değiliz; fakat şu Firavunun yandaşlarının ziynet eşyalarından bir kısmını yüklenmiştik, onları haram diye ateşe attık;Sâmirî’de aynı şekilde ziynetlerini attı.
Bizlerde böyle değil miyiz? Dün firavunun bizi saptırdığı ne varsa bunları yıkıp, yakacağız dediğimiz halde bugün o yaktığımız saltanatın servetlerinden yeni buzağılar elde ettik. Bu buzağıyı yapanlar bunu bizlere ne olarak sundular diye bakıldığında Samiri’nin ortaya koyduğundan farklı bir şey sunmadıklarını net şekilde görüyoruz. Ne demişti Samiri:
فَاَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هٰذَٓا اِلٰهُكُمْ وَاِلٰهُ مُوسٰى فَنَسِيَؕ
Derken böğürme sesi çıkaran bir buzağı heykeli yaptı. Ardından "İşte bu sizin de tanrınız, Musa’nın da tanrısıdır, fakat o bunu unuttu" dedi. [4]
hal böyle iken bizler olanca gücümüzle sesleniyor ve Rabbimizin şu hitabını hatırlatıyoruz:
اَفَلَا يَرَوْنَ اَلَّا يَرْجِعُ اِلَيْهِمْ قَوْلاًۙ وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاً
“Peki, görmüyorlar mıydı? Kendilerine bir kelime bile söz söylemeyen bir heykeldi karşılarında. Ne bir zararı var, ne de zerre kadar faydası!” [5]
Ancak bizler o kadar ruhumuzdan uzaklaşmışız ki, güzel bir ses duyduk mu heyacan duyuyoruz ama ne dinlediğimizi umursamıyoruz, suretlerin güzelliklerine kapılıyor ama icraatlere bakmıyoruz, şekle önem veriyor ama işin ruhuna inmiyoruz.
Bizler İslam’ın özündeki manayı anlamak için çaba sarf edip, onu yaşamak için gayret göstermedikçe bizleri ne güzel sesli kuran okuyucuları, ne sarıklı hocalar, ne bulunduğumuz saltanatlar kurtaramayacaktır.
Onun için yeniden fabrika ayarlarımıza dönmek ve Allah’ın hükmü ile hükmetmek için yola çıkmalıyız.
Rabbim bizleri Samiri’nin altın buzağına tapanlardan olmaktan muhafaza eylesin
Rabbim bizleri İslam’ın hükümleri ile hükmetme niyeti ile yaşatsın!
Rabbim bizleri batılda olanlarla beraber olmaktan muhafaza eylesin!
[1] Casiye 24
[2] Araf 138, 140
[3] Taha 85
[4] Taha 87-88
[5] Taha 89