HZ. İBRAHİM’İN OĞLU İSMAİL İLE İMTİHAN EDİLMESİ
Bizlere hak ve hakikati gösteren peygamberler en ağır imtihanlara gark olmuşlardır. Geçen dersimizde Hz. İbrahim’in ateşe atılmak gibi bir imtihanla karşı karşıya kaldığını anlatmıştık.
Bu olaydan sonra Hz. İbrahim eşi Sare ile birlikte önce Harran’a sonra Şam’a oradan da Mısır’a hicret etti. Hz. İbrahim Mısır’a hicret ederken 38 yaşında idi.
Mısır’ı idare eden o günün firavunun Adı Sinan bin ulvâ idi. Bu firavun kibirli ve zalim bir hükümdardı. Kadınlara düşkünlüğü ile bilinirdi. Ülkeye güzel bir kadın girerse kocası varsa öldürür, erkek kardeşi varsa ondan ister ve ona sahip olurdu.
Mısır sınırından geçen Hz İbrahim ve Sare’nin haberi saraya gitti. Askerler gelip de Hz. İbrahim’e Sare validemizi sorduğunda (dinde kardeşim manasında) onun kardeşi olduğunu söyledi.
Sare validemiz saraya getirilince abdest alıp iki rekat namaz kılarak dua etti. Duasında “Ey Rabbim benim iffetimi koru, zalim bu idareciyi bana yaklaştırma” diye dua etti.
Hz. İbrahim peygamberin dinde kardeşim manasında onu kardeşi olarak ifade etmesi zalim kralın şerrinden korunup, Sare validemizi de Allah’ın korumasına tevdi ederek bir tedbir alma amaçlı idi.
Oraya neden hicret edildi meselesi ise Hz. Yunus Peygamberin’in kıssasından da anladığımız üzere, peygamberlerin kendi istek ve arzularıyla hicret etmeyeceği gerçeğinden yola çıkarak Allah’ın emri ile olduğu kanısı bizde hasıl olmaktadır.
Sare validemizin ettiği duası Allah Celle celalühü tarafından kabul edildi. Firavun kendisine yaklaşmak istediğinde nefesi kesildi ve felç oldu. Bu durumu Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem hadisi şerifte şöyle beyan ediyor:
“İbrahim peygamber bütün hayatında üç defa (kinaye tarzda) yalan söylemiştir (söylemek zorunda kalmıştır). Bunlardan iki tanesi Allah’ın Zat-ı akidesi için söylemiştir:
Birincisi: (Geride kalıp putları kırmak için) ‘Ben hastayım (gelemiyorum)’ (Saffat, 37/89) demesi.
İkincisi ‘Kavmi: Bu putları sen mi kırdın?’ diye sorduklarında ‘Hayır, şu büyükleri onları kırdı.’ (Enbiya, 21/63) demesi.
Bir tanesi de hanımı Sare için söylemiş. Şöyle ki:
İbrahim bir yolculuğunda eşi beraberinde olduğu halde, cebbar / zalim bir adamın (kralın) ülkesine uğramak zorunda kalmıştı.”
“(O zalimin, ülkesine gelen evli güzel kadınları taciz ettiği herkesçe bilindiği için, İbrahim de bundan haberdardı. Onun için), Bir gün o despot adamın yakın çevresinde bulunan bazı kimseler, bir adamın geldiğini, yanında çok güzel bir hanımın olduğunu söylemişler. Bunun üzerine Hz. İbrahim’i yanına çağırmış ve yanındaki kadının, kendisinin karısı olup olmadığını sormuştur. Hz. İbrahim: ‘O benim kız kardeşimdir.’ Diye cevap vermiş ve ardından gidip hanımına da: ‘Ben senin için kız kardeşim.’ Dedim. Sana sorarsa sen de benim için ‘Kardeşimdir.’ Deyiver. ‘Sen gerçekten İslam’da benim kız kardeşimsin.’ Demiş.”
“Sonra despot adam yine de Hz. Sare’yi yanına çağırmış ve taciz etmek istemiştir. Ancak Allah elini ona her uzattığında eli şiddetle tutulmuş... Nihayet onu serbest bırakmıştır…” [1]
Bu olay sonrası korkan zalim Firavun korkusunun bir neticesi olarak onu salmış ve onun şerrinden korunmak için Hacer validemizi onlara bir cariye olarak hediye etmiştir.
Kendisine niçin Sare’yi saldın diyenlere” biraz daha kalsa helak olacaktık, çünkü o bir cindi” demiştir.
Bu olay aslında Rabbimizin şu ayeti celilesinin bir tezahürüdür:
يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اسْتَعٖينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِؕ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِرٖينَ
“Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerin yanındadır.” [2]
Bu olaydan sonra Hz. İbrahim Kenan diye geçen Filistin’e geri dönmüştür.
Uzun zamandır çocuğu olmayan Hz İbrahim Allah Celle celalühü dua ederek soyunu devam ettirecek bir evlat istediğini Rabbimiz kerim kitabında şöyle beyan ediyor:
رَبِّ هَبْ لٖي مِنَ الصَّالِحٖينَ
“Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla.” [3]
Sare validemiz bu evladı Hz. İbrahim’e vermek için büyük bir arzusu olsa da nasip olmamış, bunun üzerine Hz İbrahim’in üzülmesine dayanamayarak hizmetçisi Hacer validemizi azad edip Hz. İbrahim ile evlendirmiştir.
Bu evlilikten Hz. İsmail dünyaya gelip de peygamberlik nuru ona geçince, kendi evladında olmasını arzu ettiği bu olay neticesinde Sare validemiz kıskançlık içine girmiş ve Hacer validemizi uzak bir yere getirmesi için Hz. İbrahim’e baskı yapmıştır.
Aslında bu kıskançlık ileride gelecek olan âlemlere rahmet Hz. peygamberin dünyaya geleceği şehrin kurulması için Allah tarafından vesile edilen bir sebep olmaktadır.
Hz. İbrahim yanlarına biraz hurma ve su aldıktan sonra Hacer validemizi ve oğlu İsmail peygamberi yanına alıp o gün için ıssız ve su olmayan Mekke’ye bırakmıştır.
Etrafta hiçbir yerleşim olmayan, altında gölgelenecek doğru dürüst bir ağaç bile bulunmayan ve de en temel ihtiyaç olan suyun olmadığı bir yere bırakılan Hacer validemiz Hz İbrahim’e giderken şöyle seslenmiştir:
“Ey İbrahim bizi kime bırakıyorsun?
İbrahim:
“Sizi Âlemlerin Rabbi olan Allah’a bırakıyorum ben onun emrini yerine getiren bir memurum”
Hz. İbrahim bu kupkuru çölde bıraktığı eşi ve evladı için içi yanarak şöyle dua ediyor:
“Ya Rabbi ailemi şu kup kuru vadiye bıraktım. Sen onlara yardım et ve yardımcı olacak insanlar var et!” diye dua etti.
Rabbimiz Hz. İbrahim’in bu duasını şöyle beyan etmektedir:
“Ey Rabbimiz! Ailemden bir kısmını, senin hürmetli evinin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Namazlarını beytinin huzurunda dosdoğru kılsınlar diye. Ey Rabbimiz! Sen de insanlardan mümin olanların gönüllerini onlara meylettir. Onları meyvelerle rızıklandır ki, onlar da nimetlerinin kadrini bilip şükretsinler. Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Ne yerde ve ne gökte hiçbir şey senden gizli kalmaz.” [4]
Belli bir süre sonra Hacer validemizin yanındaki erzak ve su tükendi. Hz. İsmail acıkınca ve de su ihtiyacı olunca ağlamaya başladı. Hacer validemiz bir annenin evladına olan merhameti ile çaresiz bir şekilde Safa ve Merve tepeleri aralarında gidip gelmeye, etrafta kimse var mı diye bakmaya ve su ihtiyacını nasıl gideririm diye bu iki tepe arasında 7 sefer gidip geldi.
Bu esnada ağlayan Hz. İsmail’in sesi kesilmişti. Evladının sesi gelmeyince telaşla yanına gelen Hacer validemiz Hazreti İsmail’in ayağının dibinden su çıktığını görünce etrafını çevirip suyu durdurmak istedi ve suya durmasını emretmek manasındaki “zam zam” ifadesini kullandı ve bugün zemzem diye ifade edilen bu ifade buradan geldi.
Sevgili Peygamberimiz bununla ilgili olarak: “Allah, İsmail’in annesi Hacer’e rahmet eylesin! Eğer o, zemzemi kendi hâline bıraksaydı da suyu avuçlamasaydı, akıp giden bir ırmak olurdu.” [5] buyurmuşlardır.
Bazı rivayetlerde o suyun yanında bir hurma ağacının peydah olduğu ifade edilir. Böylelikle ihtiyaçlarını gideren ana ve evlat hayatlarına devam ederken Rabbimiz bir başka vesileyi onlara sundu.
Oradan geçen Cürhüm kabilesi kuşların o bölge üzerinde uçuştuğunu görünce orada su olduğu düşüncesiyle iki adamlarını gönderdiler. Burayı iyi bilen bu kimseler orada su olmadığını iyi bilmekteydiler.
Oraya giden adamlarının haber vermesiyle orada bir su olduğunu öğrenen Cürhüm kabilesi Hacer valimizden buraya yerleşmek için izin istediler. Hacer validemizde sudan hak talep etmemek kaydıyla bu isteklerini kabul etti.
Hz. İsmail (a.s) Cürhümlüler arasında geçen uzun yıllar sonrasında koşma, oynama çağına gelmişti. Babası Hz. İbrahim (a.s) Filistin’den gelmiş, kavuşmanın heyecanıyla birbirlerine sarılmışlar ve hasret gidermişlerdi. Bu yıllar Hz. İbrahim’in (a.s) zor yıllarıydı. Ciğerparesi, duasının meyvesi İsmail’inden ve iman âbidesi, tevekkül incisi Hacer’inden uzaklardaydı. Ama bütün bunlar ilâhî bir imtihandan başka bir şey değildi. Dünya kulluk dünyası, hayat tamamen imtihandı. Kendileri en güzel örnek olan Hz. İbrahim ve beraberindekilerin yaşayarak bizlere gösterdikleri Allah’a kulluktu. Allah’ın dostları en ağır sınavlardan geçiyordu.
Bu imtihanın neticesinde Hz. İbrahim üç gece üst üste oğlu İsmail’i boğazladığını görmüştü. Bu ilahi rüyanın neticesinde Mekke’ye gelmişti.
Babası, İsmail’e yaklaştı ve şöyle dedi: “Ey yavrucuğum, seni rüyamda boğazladığımı görüyorum. Buna ne dersin?”
Hz. İbrahim (a.s)’e teslimiyet abidesi halim bir oğul verilmişti. Babasına:
“Ey babacığım, ne emrolunuyorsan yap! Sen, beni inşallah sabredenlerden bulacaksın” dedi.[6]
Peygamberlerin rüyaları diğer insanların rüyalarına benzemez. Çünkü onların rüyaları apaçık gerçeklerin ifadesi olan bir tür vahiydir.
Konuyla ilgili Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Peygamberlerin gözleri uyur, fakat kalpleri uyumaz.”[7]
Hz. İbrahim, Hz. İsmail’i (a.s) alıp Mina’da kurban edeceği yere götürdü. Hz. İsmail’in isteği üzerine Hz. İbrahim çocuğunun ellerini ayaklarını bağlayıp şakağı üzere yatırdı. Hz. İbrahim bıçağını bileyip oğlu İsmail’in boğazına çalınca bıçak kesmedi. Hz. İbrahim’in ve Hz. İsmail’in bu samimi teslimiyetleri ve itaatleri Rabbimiz tarafından kabul gördü. Ve onlara şöyle seslenildi:
“Ey İbrahim! Gerçekten rüyanı doğrulayıp onayladın. Biz iyilik yapanları işte böyle ödüllendiririz. Bu gerçekten çok açık bir imtihandır.” [8]
Her ikisi de Allah’ın bu teslimiyet imtihanını kazanmış oldular. Buna karşılık Allah onlara katından Cebrail ile bir kurban gönderdi…
“Biz oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona iyi bir nam bıraktık. İbrahim’e selam, dedik. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o bizim mümin kullarımızdandır.” [9]
Bu ilahi olaydan sonra Hz. İsmail Rabbimizin verdiği kurbanlık koç ile azad edilince Hz. İbrahim Filistin’e geri döndü.
Hz. İsmail (a.s), Cürhümlüler arasında gelişip büyüdükçe dikkatleri üzerine çekecek kadar güzelleşti. O onların arasında Arapçayı, ok atmayı, ata binmeyi ve avlanmayı çok iyi öğrenmişti. Hz. İsmail (a.s) uzun boylu, güzel yüzlü, kırmızımsı tenli, kalın boyunlu, geniş omuzlu, elleri ve ayakları uzun, güçlü ve kuvvetliydi. Diğer Peygamberler gibi çobanlık da yapan Hz. İsmail (a.s) ayrıca vahşi atları ehlileştiren birisi olarak biliniyordu. Hz. İsmail (a.s) Cürhüm kabilesinden bir kızla evlenmişti.
Hz. İbrahim, zaman zaman Mekke’ye gelip Hz. İsmail’i ziyaret ederdi. Yine bir defasında Hz. İbrahim (a.s) Hz. İsmail’i (a.s) ziyarete gelmiş fakat onu evde bulamamıştı. Bu arada, kendisini tanımayan gelinine geçimleriyle ilgili bazı sorular sormuş, onun Allah’a karşı şükürsüzlük ve kocasına karşı nankörlük kokan sözlerinden hoşlanmamıştı. Bunun üzerine ona, kocası eve dönünce, “evinin eşiğini değiştirmesi” mesajını iletmesini söyleyerek Mekke’den ayrıldı.
Hz. İsmail (a.s) eve dönüp de bunu öğrenince eşini boşadı. Hz. İbrahim (a.s) bir zaman sonra tekrar Hz. İsmail’i (a.s) ziyarete geldiğinde yine onu evde bulamamıştı. Bu arada Hz. İsmail (a.s) Cürhüm kabilesi liderlerinden Amr oğlu Mudar’ın kızıyla evlenmişti. Hz. İbrahim kendisini tanıtmadan bu yeni gelinine de geçimleriyle ilgili sorular sordu. Aldığı cevaplardan onun şükür sahibi, kanaatkâr, vefalı iyi bir insan olduğunu anladı ve çok memnun oldu.
Gelininden, eşi Hz. İsmail döndüğü zaman ona evinin eşiğini hoş tutup muhafaza etmesini söylemesini istedi. Hz. İsmail (a.s), bunu öğrenince eşine: “O kişinin babası olduğunu ve eşikten kastettiğinin hanımı; yani kendisi olduğunu ve babasının onu bırakmayıp elinde tutmasını emrettiğini söyledi.” İşte Hz. İsmail (a.s)’in bu mübarek eşinden çocukları dünyaya gelmiş ve zürriyeti bunlarla devam etmişti.
Hazreti İbrahim (a.s) eşi Hz. Hacer ve oğlu Hz. İsmail’i ziyaret için tekrar Mekke’ye gelmişti. Ama Hz. Hacer’in vefat ettiğini, Hicr denilen yere defnedildiğini öğrendi. Oğluna sarıldı, ağladı. Daha sonra bir gün oğlundan Allah’ın mabedinin yapımında kendisine yardım etmesini istedi. Hz. İsmail (a.s) babasının isteğini derhal kabul etti.
Hz. İbrahim, Allah tarafından kendisine gösterilen yüksekçe bir yeri Hz. İsmail’e gösterdi ve sonrasında hemen işe koyuldular. Kabe’nin dört bir yandaki temellerinin yeri iyice belirgin hale gelince Hz. İsmail (a.s), Allah’ın evi için taş taşımaya İbrahim (a.s) de duvarları örmeye başladı.
Hz. Âdem (a.s)’den Hz. Şis (a.s)’e, ondan da Hz. Nuh (a.s)’a kadar gelen, fakat Nuh tufanı ile kaybolmuş olan bu temellerin yeri Hz. İbrahim’e gösterilmişti.[10]
Duvarlar yükselince düzgün ve büyükçe bir taş getiren Hz. İsmail (a.s), babasının onun üzerine basarak işine devam etmesini istemişti. Daha sonra bu iskele görevi gören taş, “Makam-ı İbrahim” diye anılmıştır.
Onlar duvarları yükseltirken ikisi birlikte Allah’a şöyle dua ediyorlardı:
“Ey Rabbimiz! Tarafımızdan kulluk armağanı olarak sunulan şu hizmeti, kabul buyur! Şüphe yok ki, her şeyi hakkıyla bilen Sen’sin, Sen. Rabbimiz! İkimizi de yalnız Sana boyun eğenlerden eyle! Soyumuzdan da Sana boyun eğecek bir ümmet çıkar! Bize ibadet yer ve usullerimizi göster ve tövbemizi kabul buyur! Çünkü tövbeleri çok kabul eden ve çok merhamet eden sadece sensin.” [11]
Bu güzel insanlar gelecek nesillere dualar ediyor ve onları Allah’a kulluğa davet edecek eserler bırakıyorlardı. Allah’ın izniyle öylesine geniş ufuklu bir bakış açısı ortaya koydular ki, o günden binlerce yıl sonra bugün hâlâ milyonlarca insan bu Peygamberlerin inşa ettiği mabedi tavaf ederek Allah’a kulluklarını ifa ediyorlar.
Kaynaklar, Hacerülesved'in Hz. İbrahim tarafından Kâbe'nin inşası esnasında tavafın başlangıç noktasını belirlemek amacıyla yerleştirildiği konusunda ittifak etmekle birlikte bu taşın menşei, tarihçesi ve mahiyeti hakkında, birçoğu zayıf isnatlara dayanan, bazıları aynı zamanda sembolik bir anlam taşıyan çeşitli rivayetler nakledilmiştir.
Bu rivayetlerden biride bu taşın Hz. Adem ve Havva annemizin dünya ya gelip de yıllar sonra Arafat’da buluştuklarında Rabblerinden dua edipte istedikleri cennet taşı olduğu ifade edilmektedir. İşte bu taş Kâbe’nin yeniden yükseltilmesi sırasında Hz. İbrahim tarafından bulunmuş ve tavafın başlangıcını temsil etmesi için Kâbe’ye monte edildiği rivayet edilmektedir.
Hz. İbrahim bu son görev sonrası geri dönmüş ve 175 yaşında iken Kudüs’te vefat etmiştir.
Allah’ın peygamberi Hz. İbrahim (a.s)’in oğlu Hz. İsmail (a.s) annesiyle bu beldeye yıllar önce bırakılmıştı. İşte bunun hikmeti tecelli etmiş, öncelikle Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail’den, Allah’ın Beyti’ni temiz tutup hac için hazırlamaları istenmişti.
İlk olarak kendileri Hz. Cebrail’in gösterdiği şekilde hac farizasını yerine getirmişler sonra da haccı ilan etmişlerdi. Bütün insanlığı hacca davet etmeleri Allah tarafından emir buyrulmuştu:
“Sakın bana hiçbir şeyi ortak koşma; Beyti’mi de, tavaf edenler, Allah’ın huzurunda duranlar, rükû ve secde edenler için tertemiz yap! İnsanları hacca davet et ki, bir kısmı yaya olarak, bir kısmı da uzak yollardan develer üzerinde sana gelsinler.” [12]
Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:
“Biz Kâbe’yi insanlar için toplanıp sevap kazanma yeri ve güvenli bir mekân yapmıştık. Siz de İbrahim’in makamını namazgâh edinin. Zaten İbrahim ile İsmail’e şöyle emretmiştik: Tavaf edenler, ibadet etmek maksadıyla orada kalanlar, rükû ve secde edenler için evimi temiz tutun.” [13]
Hz. İbrahim (a.s) oğlu Hz. İsmail’i ömrünün sonuna kadar insanlara haccı yaptırmış ve Allah’ın emirlerini insanlara emretmekle görevlendirilmişti.
Allah Teâlâ Hz. İsmail’i (a.s) Kâbe’nin idarecisi olarak bu bölgeye peygamber kılmış ve Kabe’nin hac için hazırlanması vazifesini Hz. İsmail’den (a.s) istemişti.
Hz. İsmail (a.s) hem kendi kabilesi olan Cürhümîlere, hem de yakındaki Amalika kabilesine; ayrıca Yemen dolaylarındaki kabilelere davette bulunmuş ve daha sonra Mekke’ye dönmüştür. Hz. İsmail (a.s) bu davetinde ciddi sıkıntılarla karşılaşmıştır. İnsanların her türlü karşı koyuşuna ve eziyetlerine karşı hakkı söylemiş, onlara güzel örnek olmuş, samimiyetiyle ve sabrıyla onlara en güzel karşılığı vermiştir.
Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsmail (a.s) bize şöyle anlatılır:
“O hidayete erdirilen ve âlemlere üstün kılınanlardandır.” [14]
“Allah’ın rahmetine kabul edilen, iyilerden ve sabredenlerden biridir.” [15]
“Sözünde duran, halkına namaz kılmayı, zekât vermeyi emreden, Rabbinin hoşnutluğunu kazanmış bir resül ve nebidir.” [16]
Hz. İsmail (a.s) hakkında hadislerde çok detaylı bilgilere rastlamıyoruz. İbadetlerini Rabbine karşı en güzel şekilde yerine getirdiği ve teslimiyetini Rabbine karşı tam gösterdiği gibi, gerek kurban konusunda gerekse Kâbe’nin inşası konusunda babasına karşı da tam bir teslimiyet gösterdiğini biliyoruz. Evlatlar içinde Hz. Nuh’un isyankâr oğlunun yanında Hz. İbrahim’in itaatkâr oğlu Hz. İsmail’in (a.s) varlığı, hidayetin tamamen Allah’ın ihsanıyla gerçekleştiğini göstermektedir. İnsana düşense sadece istemek ve gayret etmektir. Hz. İsmail (a.s) 137 yaşlarında Mekke’de vefat etmiş ve Hicr’e, annesi Hz. Hacer’in yanına defnedilmiştir.
Allah, bizlere Hz. İbrahim’in (a.s) teslimiyetini ve samimiyetini versin. Yavrularımızı da Hz. İsmail (a.s) gibi salihlerden eylesin.
Allah’ın selâmı Hz. İbrahim ve Hz. İsmail Peygamberlerin, Sevgili Efendimiz Hz. Muhammed aleyhisselâmın ve bütün Peygamberlerimizin üzerine olsun.
[1] bk. Buharî, Enbiya 8; Müslim, Fezail 154
[2] Bakara 153
[3] Saffat 100
[4] İbrahim 37-38
[5] Ahmed, Müsned, I, 347; V, 121; Buhârî, Enbiyâ 9 ; Müsâķāt 10
[6] Saffât 102
[7] Buhârî, Tevhid 37
[8] Saffât 103 - 106
[9] Saffat 107 -111
[10] Hacc Sûresi 26
[11] Bakara 127-128
[12] Hacc 26-27
[13] Bakara 125
[14] En’am 86
[15] Enbiya 85-86
[16] Meryem 54-55