ALLAH RESULÜNÜ YOK SAYAN İSLAM’I YOK SAYAR
Değerli kardeşlerim:
Bizler Müslüman olma şerefine nail olmuş kullar olarak Rabbimize ne kadar hamd etsek bu nimetin şükrünü yinede eda edemeyiz.
Peki! Müslüman kime denir ve ne ile başlar?
Müslüman Allah’ın emirleri karşısında mutlak bir teslimiyet içinde olan kişi anlamına gelir ve kelime-i tevhid ile de anlam bulur.
Kelime-i tevhid’in manasına baktığımız zaman ne görürüz:
لَا اِلَهَ اِلَّا اللهْ مُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللهْ
Tevhid; en kısa ifadesiyle “lâilahe illallah: Allah’tan başka ilah yoktur” demek ve bu inancın gereklerini tüm benliğiyle hissederek yaşamaktır. Ancak tevhide ulaşmanın yolu, insanın öncelikle sahip olduğu yanlış inançlardan kurtulmasıdır.
Bu açıdan baktığımızda Kelime-i tevhid de ki “lâ” yani Allah’tan başka tüm ilahların yok hükmünde olduğunu ifade etmek gerçek tevhide erişmenin ilk şartı olarak zikredilmiştir. Dolayısıyla Resulüllah s.a.v peygamberlik vazifesine bu noktadan başlamıştır. Bütün batıl inançlar kalpten söküldükten sonra onun yerine sahih akide olan “illallah” anlayışı yerleştirilmiştir.
İman esaslarının kabulünün aynı zamanda onu tebliğ eden peygambere iman etmeyi şart koştuğunu ve bunun Tevhid akidesinin bir rüknü olduğu meselesi unutulmamalıdır. Nitekim kelime-i tevhidin ikinci kısmını “Muhammedün Rasülullah: Muhammed Allah’ın elçisidir” ifadesi teşkil eder. Zira Kur’an-ı Kerim’in Allah’a imandan sonra sık sık hatırlattığı husus, Hz. Muhammed s.a.v’in peygamberliğine imandır.
Şimdi kendimize soralım! Bir Müslüman olarak Allah Resulünün Rabbimize imandan hemen sonra zikredilmesinin hikmetini nedir?
Şöyle bir tefekkür edelim; Allah Resulünün inkârı bizi aynı zamanda onun getirdiği dinide inkâr etmek manası taşımaz mı?
Bu soruyu niçin soruyoruz?
Hani diyorlar ya Allah Resulü Kuran-ı kerimi getirdi ve ondan sonra onun görevi bitti.
O kitabı getiren bir elçiydi sadece.
Bugün bize kuran yeter.
Bu cümleleri toplumda çokça duyduğumuz bu çağda gerçekten Rabbimiz bize böyle mi emrediyor?
Bu hususta birçok ayet var ancak şu ayet bunun çok açık bir delili durumunda dadır:
وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ
Peygamber size ne vermişse onu alın ve size neyi yasaklamışsa ondan kaçının.[1]
Şu bir gerçektir ki kuran-ı kerimi getiren bir peygamberi yok saymak onun getirdiği hükümleri de yok saymak manasına gelir.
Ancak bugün geldiğimiz süreç içinde insanları süslü sözlerle İslam’ın öngördüğü inanç değerlerinden uzaklaştırmak isteyen bazı art niyetli kişiler peygamberi bir posta güverciniymiş gibi lanse etmeye çalışıyor.
Onlara buradan sesleniyoruz! Biz sizin ağzını eğip bükerek yaptığınız sahtekârlığı yemiyoruz!
Çünkü biz kelime-i tevhid’in ne manaya geldiğini biliyoruz.
Yukarıda zikrettiğimiz ayete gelecek olursak:
Bu ayette bahsedilen Hz. Peygamberin emrettiği ve yasakladığı hususlar nelerdir? Bizler dini terim olarak bu hususlara ne ad veriyoruz?
İslam inancında Allah’ın elçilerinin getirdiği esaslara sünnet diyoruz.
Peki! Sünnet nedir?
Terim olarak farklı ifadeler olsa da anlaşılması açısından sünnet: peygamberin iyi ve güzele ulaşmak için ortaya koyduğu emir ve yasaklardır.
Bu açıdan baktığımızda Peygamberimiz s.a.v kuran-ı kerimin bize ulaşmasına vesile olduğu gibi aynı zamanda onun anlaşılması için tefsirini yapmış, böylelikle dinin kavranmasını kolaylaştırmıştır.
Allah Resulünün sünneti derken de bilinmesi gerekir ki, peygamberin verdiği emirler biz ümmetini bağlayıcı niteliktedir. Bunun kanıtı da az önce ifade ettiğimiz ayettir.
Bu bağlamda Allah Resulünün bizi bağlayıcı hükümlerine örnekler vermek konunun daha iyi anlaşılması açısından önemlidir. Vereceğimiz bu örnekler Allah Resulünün sadece kuran-ı kerimi bize ulaştıran bir aracı olmayıp aynı zamanda kanun koyucu olduğunu gösteren delillerdir.
Peki! Sünnetle sabit olan hükümlere örnek olarak hangi ibadet ve yasakları görebiliriz?
Bu örneklerin ilk başında dinin direği olan namazı görmekteyiz.
Namaz kuran-ı kerimde emredilmekle beraber ayrıntısı ile nasıl kılınacağı hususu ortaya konulmamıştır. Namazın nasıl kılınacağının ayrıntısı Allah Resulünüm sünneti ile ortaya konulmuştur.
Bu konuda ki ifadelere geçmeden belirtmek gerekir ki, Allah Resulünün sünnetini kabul etmeyip kuran bize yeter diyenlerin namazı nasıl kıldıklarını ortaya koymaları gerekir.
Bu noktada namazın nasıl kılınacağına dair bilgileri Allah Resulün ifadelerinde ortaya çıktığını görüyoruz.
Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız sizde öylece kılın.[2]
Bugün kıldığımız namaz bize Allah Resulünün fiili sünneti ile ulaşan bir şekle sahiptir.
Sadece fiili sünnet ile kalmayıp Allah Resulü rukünün nasıl yapılacağı, secdede nasıl durulacağı gibi her hususu ayrıntısı ile anlatmış, böylelikle bugün kıldığımız namaz bizlere ulaşmıştır.
Bir diğer husus ise kuran-ı kerimin tefsirinin yapılması meselesidir.
Bu husus o kadar önemlidir ki, ayetlerde geçen bazı ifadelerden neyin kastedildiğinin açıklanması, manasının bilinmesi için gereklilik arz etmektedir.
Şimdi bu hususta birkaç ayeti örnek verelim:
Meyte ve kan size haram kılındı.[3]
Meyte ve kan ifadesi genel bir yasağı ortaya koyarken Allah Resulünün şu ifadesi ile bunlardan istisna tutulanları öğrenmekteyiz:
Size iki meyte ve iki kan helal kılındır. İki meyte balık ile çekirgedir. İki kan ise karaciğer ve dalaktır.[4]
Namazların yolculuk veya savaş esnasında kısaltılmasına yönelik ayetin açıklamasını da Allah Resulünün beyanına bakmaktayız.
Rabbimiz kitabın da:
وَاِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَقْصُرُوا مِنَ الصَّلٰوةِ اِنْ خِفْتُمْ اَنْ يَفْتِنَكُمُ الَّذٖينَ كَفَرُواؕ
Yeryüzünde sefere çıktığınız vakit kâfirlerin size saldırmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur.[5]
Ayette geçen kısaltma hakkı nasıl olacağına dair bir ibare olmadığından dolayı bunu anlayabilmek için Allah Resulünün şu beyanına bakıyoruz:
Allah seferde, dört rekâtlı namazları iki rekât kılmayı emretmiştir.[6]
Hanefi mezhebi bu ifadeden namazı kısaltmanın bir emir olduğu kanaatine varmış ve namazı kısaltmayı vacip görmüş, Maliki mezhebi müekked sünnet görürken Şafi ve Hanbeli ruhsat olarak görmüştür.
Eğer ki, Allah Resulünün beyanı olmazsa bizler yukarıdaki ayette ortaya konulan kısaltmanın nasıl olacağına dair hiçbir öngörümüz olmayacaktı.
Hayatta kalabilmek için yemeye ve içmeye ihtiyacı olan insanın neleri yiyebileceği ve neleri içebileceğinin cevabı da Allah Resulünün ifadesinde saklıdır. Her hususta olduğu gibi yemek ve içmek konusunda da Müslüman için ortaya konulan sınırlar vardır. Rabbimiz bu sınırı şöyle beyan ediyor:
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْاَرْضِ حَـلَالاً طَـيِّباًؗ
Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan maddelerin helâl ve temiz olanlarından yiyin[7]
Peki! Yiyeceğimiz besinlerin helalliği ve haramlığını nereden anlayacağız. Bir örnek olması açısından eti yenen ve yenmeyen hayvanları aldığımızda ayrıntılı bilgi yine Allah Resulünün beyanı ile ortaya çıkmaktadır.
Aslan, Kaplan, Maymun ve Köpek gibi yırtıcı hayvanlarla, Atmaca , Kartal, Doğan ve Şahin gibi yırtıcı kuşların etlerinin haramlığını da peygamberimizin hadisinde şöyle ifade ettiğini görmekteyiz:
Azı dişi olan her yırtıcı hayvanın ve pençesiyle avlanan her kuşun yenilmesi yasaktır.[8]
İnsanoğlu hava şartlarından etkilenen bir varlık olarak havanın durumuna göre tedbir alır. Rabbimizde kullarının kendilerine ibadet ederken onlara kolaylık sağlamak açısından bazı imkânlar sunmuştur. Bunlardan biride ayağa giyilen deri ve benzeri malzemeden yapılan mest meselesidir.
İslam’ın Müslüman’a tanıdığı kolaylıklardan olan mest meselesi yine Allah Resulünün ümmetine haber verdiği hükümlerden biridir. Allah Resulü bu hususu şöyle hükme bağlamıştır:
Safvân İbn Assâl (r.a)’in şöyle dediği nakledilmiştir: “Rasûlullah (s.a.s) bize, abdestli olarak giydiğimiz takdirde, eğer yolculukta isek üç gün; mukim isek bir gün bir gece süreyle mestler üzerine meshetmemizi, ister büyük, ister küçük abdest dolayısıyla onları çıkarmamayı, ancak cünüplük sebebiyle çıkarmayı emretti.[9]
Verdiğimiz bu örnekler Allah Resulün sünneti seniyyesine tabi örneklerdir. Peki! Allah Resulünün sünneti dediğimiz kavram neyi ifade etmektedir?
Rabbimiz bu hususu bizlere vahyi ile haber vermektedir:
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فٖي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَثٖيراًؕ
İçinizden Allah’ın lutfuna ve ahret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokça ananlar için hiç şüphe yok ki, Resulüllah’ta güzel bir örneklik vardır.[10]
Rabbimizin bunca açık ifadesi bizlerin Allah Resulünün sünnetine sarılmamız gerektiğini ortaya koymaktadır.
Bu kadar delile rağmen hala Allah Resulün sünneti bir kenara iterek Kuran bize yeter diyenlere yine o kurandan bir ayet ile cevap vermek gerekli olmaktadır:
لَا تَجْعَلُوا دُعَٓاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَٓاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضاًؕ قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الَّذٖينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذاًۚ فَلْيَحْذَرِ الَّذٖينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِهٖٓ اَنْ تُصٖيبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُصٖيبَهُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌ
Resulün çağrısını aranızda, birinizin diğerini çağırması gibi görmeyin. Aranızdan gizlice sıvışıp gidenleri Allah elbette bilir. Onun emrine aykırı davrananlar başlarına ya bir belânın gelmesinden yahut can yakan bir cezaya çarpılmaktan korksunlar![11]
Neden peygamberin emrine itaatsizlik bela getirir sorusu da yine Rabbimizin vahyi ile cevap bulmaktadır:
وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىؕ اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ
(Allah Resulü) Kişisel arzularına göre de konuşmamaktadır. O (size okuduğu), kendisine indirilmiş vahiyden başka bir şey değildir.[12]
Bu ifade şunu göstermektedir ki, Peygamberin söyledikleri Rabbimizin söyledikleridir. Haliyle kim Peygamberin sözünün sahih olduğunu bildiği halde inkâr ederse Rabbini inkâr etmiş olur.
Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir:
Bazıları diyor ki (hâşâ) Muhammed s.a.v bunları uydurmuştur.
Bu akıl ve izandan uzak ifadeye Rabbimiz şu tehdit ile cevap veriyor:
Eğer peygamber bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, Elbette onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onun can (Şah) damarını koparırdık. Hiçbiriniz buna mâni olamazdınız.[13]
İfade ettiğimiz bunca ayet ve delil aslında şu manaya gelmektedir.
Kuranı kabul ettiğini ancak peygamberin sünnetinin gereksiz olduğunu söyleyenlerin aslında Allah Hükmü olan kitabı itibarsızlaştırmak adına onu getiren peygamberi itibarsızlaştırarak dini yok etme çabasındadır.
Ancak bizler oynanan bu oyunu farkındayız ve gereken cevabı vermekten de asla kaçmayacağız.
Bu oyunu oynayan kurnazlara ve bu tuzağa düşen saf Müslümanlara Nasrettin hocanın hikâyesi ile cevap verelim:
Hoca Nasrettin komşusundan bir gün ödünç kazan ister. İade ederken de hem teşekkür eder, hem de içine küçük bir kazan koyar. Komşusu merakla bu küçük kazanı sorunca da,
-Komşu, bizdeyken kazanın doğurdu, der. Komşusu bu ise pek sevinir. Aradan epey zaman geçer, Hoca yine komşusundan kazanı ödünç ister. Komşusu da sevinerek verir. Ama bu kez aradan günler, haftalar geçer, Hoca’dan ses çıkmaz. Nihayet bir gün komşusu konuyu açmaya karar verir:
-Hoca, bizim kazan ne oldu? diye sorar. Hoca da üzgün bir ifadeyle:
-Komşu çok zaman geçti aradan, senin kazan öldü. Sana nasıl söyleyeceğimi düşünüp duruyordum, der. Sinirlenen komşusu:
-Hocam ne diyorsunuz? Hiç kazan ölür mü? Kazan canlı mı ki ölsün? Hoca:
-Doğurduğuna inanıyorsun da ölünce neden feryat ediyorsun komşu, der
Hikâyede anlatıldığı gibi kuranı Peygamberin getirdiğini kabul edipte onun hakkındaki açıklamasını kabul etmeyenlerin durumu tam da bu hikâyede anlatıldığı gibidir.
Rabbim bizlere nuru ile bakan gözler nasip eylesin!
Rabbim dalalete düşen kullardan olmaktan bizleri muhafaza eylesin!
[1] Haşr 7
[2] Buhari ezan 18
[3] Maide 3
[4] İbni mace, ebu davud
[5] Nisa 101
[6] Tirmizi, Nasai, Ebu Davud
[7] Bakara 168
[8] Müslim, Sayd, 15, 16; Ebû Dâvûd, Atime, 32; Tirmizî, Sayd, 9, 11
[9] Muslim davet 98
[10] Ahzap 21
[11] Nur 63
[12] Necm 3-4
[13] Hakka 44-47