SABIR KAVRAMINI DOĞRU ANLAMAK
Muhterem Müslümanlar:
İnsanoğlu dünya hayatında iyi ve kötü birçok hadise ile karşı karşıya kalarak bir imtihan verir. Bu imtihanda zorlandığımız zamanlarda dostlarımızdan ve çevremizden şu sözü duyarız "Sabret! ".
Olması gerekenin aksine toplumun genel anlayışında sabır kavramı her şeyden el etek çekmek olarak algılanır. Hâlbuki Rabbimiz bu anlayışın doğru olmadığını, sabır göstermenin bir mücadeleyi ifade ettiğini şöyle ifade etmektedir:
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذٖينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهٖ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِؕ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
Müminler ancak, Allah’a ve Resulüne iman eden, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad eden kimselerdir. İçleri dışları bir olanlar işte bunlardır. [1]
Sabrın mücadele ile yoğrulmuş bir kavram olduğunu Lokman(a.s )'ın evladına yaptığı tavsiyede daha net görmekteyiz:
يَا بُنَيَّ اَقِمِ الصَّلٰوةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاصْبِرْ عَلٰى مَٓا اَصَابَكَ ؕاِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِۚ
“Yavrucuğum, namazını özenle kıl, iyi olanı emret, kötü olana karşı koy, başına gelene sabret. İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir.” [2]
Tabi ki sabır gösterin demek bizler için kolay bir ifade olabilir. Çünkü bazen dertler aşılmayacak noktaya gelebilir ve bu noktada insan şüpheye de düşebilir, Umutsuzluğu da kapılabilir.
Ancak kalbinde iman taşıyan, Müslüman olmanın şerefine inanan insan Rabbinin vaadini asla unutmaz:
وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَ
Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz. [3]
Rabbimiz bu vaadinin yanında, bizlerin umutlarını taze tutmak için geçmişten bize örnekler sunar:
Nuh (a.s ) hatırlayın! 950 sene tebliğ yaptığı halde kavmi ona inanmadığı gibi evladı da, karısı da ona iman etmedi. Ama o yinede Rabbinin vaadi karşısında umudunu hiç kaybetmedi. İşte o umuttu onu dağın başında gemi yaptıran.
İbrahim (a.s ) hatırlayın! Mancınığa konulmuş ateşe atılacakken bile mücadelesinden vazgeçmeden " Rabbim benim durumumdan haberdardır" diyerek Rabbinden şüphe etmeden teslim oluşunu.
Yine hatırlayalım! Serv mağarasında müşriklerin kendilerini görmesinden korkan Hz. Ebubekir efendimize Allah Resulünün hitabını:
اِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذٖينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهٖ لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَكٖينَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذٖينَ كَفَرُوا السُّفْلٰىؕ وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاؕ وَاللّٰهُ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ
Siz peygambere yardımcı olmasanız da önemli değil. Nitekim inkârcılar onu, iki kişiden biri olarak yurdundan çıkardıklarında Allah ona yardım etmişti: Hani onlar mağaradaydılar; arkadaşına “Tasalanma! Allah bizimle beraberdir” diyordu. Derken Allah ona kendi katından bir güven duygusu indirdi, sizin göremediğiniz askerlerle onu destekledi ve inkârcıların sözünü değersiz hale getirdi. Allah’ın sözü ise en yücedir. Çünkü Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir. [4]
Birde sahabe efendilerimizin teslimiyet ve sabrına bakalım. Hani Müslümanlar Hendek savaşında yokluk ve açlık içinde karınlarına taş bağlamış şekilde hendek kazarken önlerine bir kaya çıkmış ve onu kıramamışlardı. Allah Resulü gelip de o kayayı üç vuruşta kırıp sonrasın da Yemen'in, İran'ın ve Şam'ın fethini haber verdiğinde, Münafıkların alay edişlerine aldırmadan mücadeleye devam etmiş ve Allah Resulünün müjdesinden şüphe ederek " Açlıktan karnımıza taş bağladık, bize zaferden bahsediyor " demediler. İnandılar, sabır gösterdiler ve zamanı gelince fethe şahit oldular.
İşte sabır etmek böyledir. Kul üzerine düşen bütün görevleri yerine getirdikten sonra işi Rabbinin takdirine bırakır.
Gerçek Müslüman, öyle zamanımızın tembel Müslümanları gibi hiç bir şey yapmadan kurtarıcılar bekleyip, yan gelip yatmaz.
Çalışmadan, çile çekmeden, bedel ödemeden karşılık bekleyenlere Rabbimiz şu uyarıda bulunuyor:
يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا مَا لَكُمْ اِذَا قٖيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ اثَّاقَلْتُمْ اِلَى الْاَرْضِؕ اَرَضٖيتُمْ بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا مِنَ الْاٰخِرَةِۚ فَمَا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا قَلٖيلٌ
Ey iman edenler! Size ne oldu ki, “Allah yolunda seferber olun” denilince yerinize çakılıp kaldınız; yoksa ahretten vazgeçip de dünya hayatıyla yetinmeye razı mı oldunuz? Hâlbuki dünya hayatının sağladığı fayda ahretinkine göre pek azdır. [5]
Bu uyarıya kulak asmayan toplumların başına gelecek olan belayı da Rabbimiz şöyle beyan ediyor:
اِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً اَلٖيماً وَيَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْـٔاًؕ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ
Eğer toplanıp seferber olmazsanız Allah sizi elem veren bir azapla cezalandırır, yerinize başka bir topluluk getirir ve siz O’na zerrece zarar veremezsiniz. Allah’ın her şeye gücü yeter. [6]
Bizler Müslümanlığı yaşamak yerine, kendimize bir din uydurmaya kalkıyor, sonra da cenneti umuyoruz. Hâlbuki Rabbimiz cennettin anahtarının böyle kimselerin elinde değil, mücadele edenlerin elinde olacağını şöyle ortaya koyuyor:
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذٖينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْؕ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِؕ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَرٖيبٌ
Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” demeye başladılar. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır. [7]
Peki! Bir Müslüman'ın izlemesi gereken yol ne olmalı sorusuna en güzel cevap hepimizin namazlarda okuduğu Asr süresinde verilmektedir:
Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir). [8]
Değerli dostlar!
Kısacık bir hayatın, zamansız göçen bireyleri olarak, bu kadar dünyaya bağlanmaktan vazgeçmeli ve ebedi hayatın güzellikleri için bu dünyanın kahrına katlanma basiretini göstermeliyiz.
Tıpkı Yunus Emre söylediği gibi;
Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi. Mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen oyalan!
[1] Hucurat 15
[2] Lokman 17
[3] Al-i İmran 139
[4] Tevbe 40
[5] Tevbe 38
[6] Tevbe 39
[7] Bakara 214
[8] Asr Suresi