KERÂMET ALLAH’IN FİİLİDİR
Değerli Müslümanlar:
Bizler kâinatta ne varsa Allah c.c tarafından var edildiğine inanan kimseler olarak hiçbir şeyin kendi kendine oluşmayacağına, olan her şeyin Allah’ın takdirinde olduğuna iman etmesi gereken kimseleriz. Ancak zaman zaman içimizde beslediğimiz sevgiden kaynaklı olarak Allah’ın fiilini yarattıklarına atfederek Rabbimizin gazabıyla karşı karşıya gelecek noktaya gelmekteyiz.
Oysa Rabbimiz düştüğümüz bu yanılgıya karşılık bizlere şöyle uyarıda bulunmaktadır:
اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
“Dikkat edin, yaratmak da, emretmek de yalnız O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı yücedir.” [1]
Peki! Herkesin kafasına takılan şu soruya ne cevap vereceğiz:
Kul Allah’ın yaratmasına benzer bir hali gösterebilir mi?
Burada sorulması gereken mesele kulun ortaya çıkardığı fiili kimin yarattığı meselesidir. Yukarıdaki ayette de ifade edildiği üzere her şeyin var edicisi Allah’tır. Ancak Allah dilerse kulunun isteği üzerine veya kulunun vesilesi ile diğer insanların yapması mümkün olmayan fiilleri yapabilirler.
Bunlar nelerdir? Hangileri hakkı, hangileri batılı temsil eder? Bunların ilki insanlara yol göstermek üzere Allah tarafından gönderilen peygamberlere verilen mucizedir.
Mucize: Nübüvvet/peygamberlik iddiasında bulunan kişinin doğruluğunu göstermek amacıyla Allah (c.c.) tarafından yaratılan ve nitelikleri bakımından insanları benzerini getirmekten âciz bırakan olağanüstü hadiselerdir. Hz. Sâlih’in (a.s.) devesi (Hûd 11/64-68), Hz. Mûsâ’nın (a.s.) asâsının yılana dönüşmesi ve elinin parıltılı bir ışık vermesi (el-A‘râf 7/106-108) Hz. Îsâ’nın (a.s.) kuş şekline soktuğu çamuru canlandırması, ölüleri diriltmesi, anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirmesi (Âl-i İmrân, 3/49; el-Mâide, 5/110) gibi örnekler bunlardan sadece bir kaçıdır.
Bu konuda Allah Resulü s.a.v şöyle buyurmuştur: “Bütün peygamberlere, kendi dönemlerinde yaşayan insanların iman edeceği birtakım mucizeler verilmiştir. Hiç şüphesiz bana ihsan edilen en büyük mucize, Allah’ın vahyettiği Kur’ân’dır” [2]
Allah Resulünün ifadesi gösteriyor ki, olağanüstü diye ifade edilen olaylar yanında insanları doğruya yöneltmek üzere gönderilen kuran-ı kerim’in çağları aşan mesaj ve güncelliği de bir mucizedir.
Peygamberler göreve başlamadan önceki hayatlarında da Allah tarafından korundukları ve olağan üstü olaylarla insanlara geleceğe dair mesaj verdikleri de bir gerçektir. Buna da İrhas denmektedir.
İrhas: Peygamberlik görevi verilmezden önce peygamberlerde görülen olağanüstü haller olup, daha sonra bu kimsenin peygamber olacağına delil sayılır. Hz. İsa’nın beşikte iken konuşması bu niteliktedir.
Bunun yanında bugün çokça konuşulan ve çokça suistimal edilen keramet meselesine de bakmak gerekir!
Keramet: Dinin hükümlerine titizlikle uyan, peygamberine gönülden bağlı olan ve Allah’ın sevgisini kazanmış bulunan kimi velî kişilerin elinde meydana gelen olağanüstü hallerdir. Rabbimiz kerim kitabımızda veli kullarına dair kıssalar beyan etmiştir. Bunlardan bazıları; İnançlarından dolayı zulme uğrayan ve kasabalarını terk ederek bir mağaraya sığınan, orada kış uykusuna çekilmiş gibi yıllarca kaldıktan sonra, Yüce Allah tarafından yeniden hayata döndürülen Ashâb-ı Kehf’in durumu bir kerâmet halidir. Hz. Süleyman’ın isteği üzerine, bir kulun, Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar getirmesi, mağarada mahsur kalan üç kişinin geçmiş güzel amellerini öne sürerek kurtulması, birer kerâmettir.
Keramet Allah’ın bir fiili olarak Rabbimiz tarafından yaratılan olağan üstü durumlar olarak öyle her isteyenin ulaşabileceği bir makam değildir. Birde ilham meselesi var ki, kendine vahiy geldiğini söyleyemeyenlerin ilham ile dinde yeni olgular oluşturduğunu da görmekteyiz. Peki! İlham nedir:
İlham: İlham vahiy gibi korunmuş olmayıp, yanılma payı vardır ve bilinç dışı olarak Allah’ın sevgili kullarının kalbine doğuverir. Hz. Musa’nın annesinin durumu ilhama örnek verilebilir.
“Biz, Musa’nın annesine: Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden korktuğunda onu denize bırak, korkma, kaygılanma, çünkü biz onu yine sana geri döndüreceğiz ve kendisini peygamberlerden biri yapacağız, diye bildirdik.” [3]
İlham Rahmani olabileceği gibi, şeytani de olabilir. Burada kişi Rahmani bir ilhamla karşılaşsa dahi çoğu zaman bunu farkında olmaz. Bunun yanında birde Rabbimizin kendine inanan kullarına yardım ettiği ve zaman zaman hepimizin yaşadığı Maûnet meselesi vardır;
Maûnet: Yardım ve kolaylık anlamına gelir. Amelleri, davranışları ve ahlâkı güzel olan bazı mü’minlerde ortaya çıkan olağanüstü haldir. Yüce Allah’ın velî olmayan müslüman bir kulunu, darda kaldığı veya sıkıntıya düştüğü zaman, olağan üstü bir şekilde bu darlık ve sıkıntıdan kurtarmasıdır. Hiçbir imkânı olmadığı için borcunun altında ezilen bir kula hiç beklemediği bir anda beklenmedik şekilde yardım edilmesi buna bir örnek teşkil edebilir.
Buraya kadar ifade ettiklerimiz içinde Allah sevgisi olan kulların makamları nispetinde Rableri tarafından desteklenmelerinin terimlerini ortaya koyduk. Birde Allah’a isyan ettikleri halde Allah tarafından ahretteki azaplarının katlanmasına sebep olmak ve inanan kullarının imtihan edilip ecirlerinin arttırılmasına vesile olan Allah düşmanlarının yaşadıkları veya gösterdikleri olağanüstü hallerden bahsedeceğiz.
İstidrâc: Süre tanımak, mühlet vermek demektir. Küfrü ve günahı açık olan kimselerde kendi isteklerine uygun olarak ortaya çıkan olağanüstü hallerdir. Cenâb-ı Hak, istidrâc gösterecek kimseye daha fazla küfür ve günaha dalması için bu yeteneği verir. Şeytanın duasının kabul olunarak, kıyamete kadar kötülük yapmasına fırsat verilmesi, Firavun, Nemrut ve benzerlerinin yeryüzündeki saltanatlarının bir süre kendi istedikleri tarzda yürümesi istidrac türünden olaylardır.
Burada dikkat edilmesi gereken mesele yaşanan olayların inanan kimse için neye vesile olduğu meselesidir. Nitekim Hz. Ömer zamanında fetih edilen İran’ın ganimetlerinin Medine’ye ulaşmasının ardından Hz. Ömer’in insanların bu zenginlik sebebi ile dinden uzaklaşacakları düşüncesi ile “ Korkarım bu bir istidraçtır” demesi biz Müslümanların dikkate alması gereken bir meseledir.
Bu kadar terim ve açıklamayı neden yaptık diye akla bir soru gelebilir! Bu terim ve açıklamaları yapma sebebimiz insanlarımızın sevdiklerine karşı aşırı sevgi beslemesinden kaynaklanan yakıştırmalar, Allah’ın yaratması ile ancak ortaya çıkacak olayların kullara atfedilmesi ve bunun sonucunda kişilerin hem kendilerini, hem de sevdiklerini Allah’ın gazabı ile karşı karşıya bırakmalarının önüne geçmek adına yapılan bir uyarıdır.
Allah dilediği kullarına istekleri doğrultusunda olağanüstü işler yapmalarına müsaade edebileceği gibi, bazen de Allah kullarından bazılarının hatalarını düzeltmek ve onları uyarmak için bazı kullarını olağanüstü denilecek şekilde vesile edebilir. Ancak vesile edilen bu durumlardan çoğu zaman haberi bile olmaz.
Bazen öyle olaylar gerçekleşir ki, meczup dediğin bir kimsenin sana söylediği cümleyi veya uyarıyı kırk akıllı dediğin adam bir araya gelse söyleyemez.
Hani bir söz vardır ya; “Söyleyene değil söyletene bak!” ifadesi tamda ortaya koymaya çalıştığımız manayı ortaya koymaktadır.
Burada asıl anlaşılması gereken mesele yaşanan olağan üstü hali kişinin iyiliğine vesile olacak şekilde hayatına yansımalarının ortaya çıkması ve vesile olan kimsenin de bunu Allah’ın yardımı ile gerçekleştirdiğinin bilincinde olunmasıdır.
Ancak bugün maalesef bir çok toplulukta Allah’ın koyduğu kaidelere aykırı olarak kişilere yaratıcı gibi vasıflar yüklenerek Rabbimizi isyan edilmekte, bu yapılırken de sanki bu kimselerin kendilerini cennete getireceklerine dair yanlış algılar oluşmaktadır.
Allah Resulü s.a.v’ in “Allah’ım! Cehenneme götüren fitneden, cehennemin azabından, zenginliğin ve fakirliğin şerrinden sana sığınırım.” [4] diye dua ettiği bir dünyada kendilerini cennete getireceklerinin garantisini verenleri takip edenlerin nasıl bir yanılgı içinde olduklarını ortaya koymak gerekiyor.
Bize düşen keramet ve benzeri olağan üstü olaylarla kafayı bozmak değil Rabbimizin hatırlattığı şu uyarıya kulak vermektir:
يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا عَلَيْكُمْ اَنْفُسَكُمْۚ لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْؕ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَمٖيعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
“Ey iman edenler! Siz kendi sorumluluklarınıza dikkat edin. Siz doğru gittiğiniz takdirde yanlış yola sapanlar size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır ve yapmakta olduğunuz her şeyi o zaman Allah size bildirecektir.” [5]
Bugün maalesef sorumluluklarını unutan Müslümanlar kolay yoldan cennete gidecek yolları aramakta, ararken de dindışı olgularla çok imanlı salih kimseler oldukları yanılgısına düşmektedirler.
Bugün birçok kimse doğruluk ve yanlışlığı kişilerin gösterdikleri ilizyonlara, onları takip edenlerin sayısına, onların ellerindeki imkânlara göre değerlendirirken asıl olanın keramet olmadığını bir Allah dostu şöyle ortaya koyuyor:
"En büyük keramet "istikamet" üzere olmaktır.”
Kurtuluşa erişmek ve Rabbimizin rahmeti ile muamele görmek istiyorsak Allah Resulü s.a.v’ in şu uyarısına kulak vermek zorundayız:
“(İşlerinizde) orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz. Biliniz ki, hiç biriniz ameli sâyesinde kurtuluşa eremez.”
Dediler ki: - Sen de mi kurtulamazsın, ey Allah’ın elçisi?
- “(Evet) ben de kurtulamam. Şu kadar var ki Allah rahmet ve keremi ile beni bağışlamış olursa, o başka! [6]
Rabbim her şeyin Allah’ın var etmesi ile olacağına inanan kullardan olabilmeyi hepimize nasip eylesin!
Rabbim her şeyde olağan üstülük arayıp da Rabbinin verdiği olağanüstü güzellikleri göremeyenlerden olmaktan bizleri muhafaza eylesin!
[1] A’raf 54
[2] Buhârî, İ‘tisâm, 1 ,Müslim, Îmân, 239 [152]
[3] Kasas 7
[4] Ebû Dâvûd, Vitir, 32
[5] Mâide 105
[6] Müslim, Münâfikîn 76, 78. Ayrıca bk. Buhârî, Rikak 18, Merdâ 19; İbni Mâce, Zühd 20