İSLAM’DA ŞEFAAT VARMIDIR?
Değerli kardeşlerim:
Bizler kazanmayı sever, kaybetmekten ise hiç hoşlanmayız. Öyle ki, Dünyada çaba sarf etmeden kazanmayı sevdiğimiz gibi, ebedi yurdumuz olacak olan ahreti de çaba sarf etmeden kazanmayı isteriz. Bu noktada öyle ileri gideriz ki, bizi dünyada var eden Rabbimize karşı asli görevimiz olan kulluk vazifesinde birçok zafiyet gösteririz ancak yinede cenneti ummaktan vazgeçmeyiz. Hâlbuki dünya denen bu yalancı mekânda hiçbir şey çaba sarf edilmeden kazanılmazken, salih ameller olmadan ahrette mükâfata erişmeyi beklemenin akla ve mantığa uymayacağını da aslında biliriz.
Bunun bir sonucu olarak Müslüman’ız dediğimiz halde salih ameller yapmak yerine, Salih amel işleyenlerin Allah katında elde edecekleri makamların gölgesine sığınarak cennete ulaşacağımız zannı ile kendimizi kandırırız.
Peki! Ama Allah’ın salih kulları olan peygamberler, şehitler, âlimler ve sadık kullar ahret yurdunda kendilerinden başka hiç kimseye faydaları olmaz mı?
Bu soru İslam toplumunda geçmişten günümüze çokça sorulan bir soru olmuştur.
Zaman zaman bizlere de kardeşlerimiz geliyor ve “Hocam İslam’da şefaat var mıdır?” Sorusunu soruyorlar.
Açıkça cevap verelim! İslam’da şefaat vardır ancak bunun olabilmesi için şartlar vardır. Bu şartlar yerine gelmeden şefaatten bahsetmek bir kimseyi Allah indinde çok büyük bir vebale sokma tehlikesi ile karşı karşıya bırakacağını açıkça belirtmek gerekir.
Bunun ilk şartı da şefaat edilecek kimsenin mutlaka Müslüman olarak ölmesi şartı gelir. Nitekim Rabbimiz kerim kitabında bu hususu şöyle beyan etmektedir:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ
Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkmak gerekiyorsa öyle korkup gerektiği gibi sakının ve kesinlikle Müslüman olarak can verin! [1]
Rabbimiz bu ifadesinin yanında Müslüman olarak ölmeyenlerin, yakınlarının iyi Müslüman olup kendisi için dua etmesi ile kurtuluşlarının olmayacağını da şöyle beyan ediyor:
مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَن يَسْتَغْفِرُواْ لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُواْ أُوْلِي قُرْبَى مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُمْ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
Cehennem ehli oldukları açıkça kendilerine belli olduktan sonra, -yakınları da olsalar- Allah’a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır, ne de müminlere. [2]
Rabbimizin bu beyanının en açık örneği de Allah Resulü s.a.v’ in amcası Ebu Talip’tir
Öyle ise bir kimse yarın mahşer yerinde kurtuluşa erecek sebepler istiyorsa Muhakkak Müslüman olarak ölmesi gerekir.
Peki! Müslüman olmak için şahadet getirmek yeterli midir?
Bu soruyu asırlar boyu birçok kimse de sormuş ve âlimler fıkhen bir kimse Allah’ın emirlerini kabul edip, Allah Resulünün getirdiklerini kabul ediyorsa, onları yapmasa bile Müslüman kalacağını söylemişlerdir. Ancak şu da bir gerçektir ki, bir kimseyi kulluğun gereği olan ibadetleri yapmaya yönlendirmeyen bir imanın, insanı nasıl cennete götüreceği meselesi de bir muamma olarak ortada durmaktadır.
Asıl olan kişinin dünyaya geliş sebebi olan kulluk vazifesinin gerekleri ile hayatını donatıp, salih amelleri ile Allah’a vararak cenneti kazanması olsa da bizler nefisleri ile var edilmiş kimseler olarak günaha açığız, haliyle Müslüman olsak bile günahlarımız ağır basabilir ve kurtuluş için çare arayacak bir noktaya gelebiliriz.
Bu noktada hepimizin duası cehennem korkusu yaşamadan Rabbimizin rızası ile cennete girebilmektir. Rabbim hepimize rızası ile cennete girecek ameller yapabilmeyi nasip eylesin!
İşte Müslüman’ın mahşer yerinde en çok yardıma ihtiyacı olduğunda ona en büyük yardım Allah Resulü s.a.v’ in şefaati olacaktır. Bu hususu Allah Resulü s.a.v ahrette şefaat arayanların ifade edildiği uzunca bir hadiste şöyle beyan ediyor:
Maşer yerinde insanlar peygamberlerin bir kısmına gidip şefaat için istekte bulundukların da onlar Allah Resulü s.a.v’i işaret edecekler. (Allah Resulü s.a.v şöyle devam ediyor) Böylece bana gelecekler. Ben onlara: “Ben şefaate yetkiliyim!” diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, Allah’ın ilham edeceği ve şu anda muktedir olamayacağım hamdlerle Allah’a medh u senada bulunacak, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım.
Rabb Teâlâ: “Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste, talebin yerine gelecektir! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir!” buyuracak. Ben de: “Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum!” diyeceğim. [3]
Allah Resulünün şefaatinin yanında Rabbimizin sevdiği ve izin verdiği kullarında şefaat edeceğini Rabbimizin şöyle beyan ediyor:
وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِندَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ
Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez. [4]
Rabbimizin bu ve bu ayetin benzeri sekiz ayet de bizim için ortaya koyduğu iki husus ortaya çıkıyor:
- Şefaat vardır.
- Şefaat hakkı ancak Allah’ın izin verdiği kimseler için mümkün olan bir makamdır.
Bu iki husustan biri olan şefaat hakkında “yok!” ifadesini ortaya koyanların imanının tehlikeye gireceğini ifade ettiğimiz gibi, kendinin cennetlik olup olmadığı belli olmayan kimselerin şefaat edeceğinin kesin olarak ifade edilmesinin de aynı şekilde kişiyi imani açıdan tehlikeye atacağını ifade etmek gerekiyor.
Ayetlerle sabit olup, sünnet ile desteklenen şefaat ile ilgili “olmadığını” söylemek kişinin imanını yok edeceği gibi, Allah’ın hükmünde olan bir hususa müdahale etme yönüyle de kişinin kendisini Allah ile ortak tutmak gibi bir manaya geleceğini de ortaya koymak gerekiyor.
Bu durum sokakta ki kimselerin zengin bir adamın hangi marka arabaya binmesi gerektiği yönünde ki konuşmalarına benzemektedir. Onlar konuştuğu için zengin hayatını değiştirmeyeceği gibi, Rabbimizde birkaç kendini bilmezin ifadeleri ile hükmünü değiştirecek değildir.
Peki! Allah’ın yanında kimler şefaat edebilecek?
Bu noktada Allah Resulü s.a.v’ in beyanlarına baktığımızda başlıca şu kimselerden bahsedilmektedir:
- Allah’ın peygamberleri
- Melekler
- Kuran-i kerim
- Sadık kullar
- Âlimler
- Şehitler
- Hafızlar
Burada şunu net bir şekilde ifade etmek gerekiyor ki, insan günaha açık bir varlık olarak yaratılmış olması sebebi ile Müslüman peygamberlerin dışında kalanların masum olmadığı gerçeğini ile hareket etmelidir.
Bu gerçek ile hareket etmeyenler, kendilerini kurtarmaktan aciz kimselerin kendilerini kurtaracağı zannı ile kulluk görevlerinde zafiyet yaşarak cehennem ehli olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklardır.
Beyan ettiğimiz bu ifadenin en açık beyanını Allah Resulün şu hadis-i şerifinde net olarak görmekteyiz:
"Ey kızım Fatıma! Babam Peygamber diye güvenme Rabbine karşı kulluk vazifeni yap, Eğer Allah'tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam..."
Bize düşen geçici olarak gönderildiğimiz bu dünyada Allah’a iyi bil kul, habibine iyi bir ümmet çabası içerisinde ömrümüzü geçirerek, “ Ancak Müminler olarak ölün!” ilahi emri mucibince yaşamak ve Rabbimizin izni ile şefaat edeceklerin, şefaat edebildikleri kullardan olma çabası içinde olmaktır.
Ancak yine ifade edelim ki, kişi için ancak yaptıklarının karşılığı vardır. Rabbimizde bunu kerim kitabında şöyle beyan etmektedir:
وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ
Gerçekten de insan, ancak çalıştığını elde eder. [5]
Rabbim bizlere rızasını kazanacak işler yapabilmeyi, Resulünün şefaatine nail olabilmeyi nasip eylesin!
Rabbim şefaat makamına güvenip de asilik yapan kullardan olmaktan bizleri muhafaza eylesin!
[1] Al-i İmran 102
[2] Tevbe 113
[3] Müslim, İman: 322
[4] Sebe 23
[5] Necm 39