DUA MÜSLÜMANIN SİLAHIDIR
Değerli kardeşlerim:
Yaşadığımız hayatın içerisinde bazen sevinçle, bazen de hüzünle karşı karşıya kalıyoruz. Karşılaştığımız durumlar karşısında gönül istiyor ki, sırrımızı paylaşacağımız bir dostumuz olsun. Bazen bu sırlar öyle mahrem konular oluyor ki, eşimizle veya evlatlarımızla bile paylaşamıyoruz.
Bu noktada insan kendine dost ararken fıtratından gelen duygu ile inandığı Rabbine sırrını açıklama isteği duyar. Kimseye söyleyemediği gizlisini, açığını onunla paylaşır.
Peki! İnsan neden böyle bir ihtiyaç duyar diye düşünecek olursak aslında bu “ Her doğan İslam fıtratı üzere doğar “ hadisinde saklıdır.
Fıtratı insanı inanamaya ve inandığı ile beraber olmaya iter. Zaten buda Rabbimizin insandan beklediği kulluğun önünü açan bir duygudur. Ancak bu duygu İslam üzerine olursa değer bulur. Rabbim kulluğu ifade ederken şu ayet ile biz Müslümanlara sesleniyor:
قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّٖي لَوْلَا دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ
De ki: “Kulluğunuz ve duanız olmasa Allah size ne diye değer versin! [1]
Kulluğumuzun duamızda saklı olduğunu Rabbimiz ortaya koyarken de nasıl dua etmemiz gerektiğine şöyle işaret ediyor:
فَادْعُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
Kâfirler hoşlanmasalar da siz dini yalnız O'na halis kılarak Allah'a dua (ibadet) edin[2]
Dua dediğimizde çoğu kimsenin aklına süslü sözler geliyor. Ancak dua samimiyetin zirvesine varmanın bir anahtarıdır. Eğer ki kişi duasının kabulünü umuyorsa dili ile değil kalbi ile dua etmesi gerekir.
Bizler en zor anlarımızda Rabbimize el açacağız “ Büyük zorluklara karşı karşıya olduğunuz zaman «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir» zikrine devam ediniz.[3] emri gereğince Rabbimize Dua edeceğiz.
Ancak zor anlarımız geçtiği zaman Rablerini unutanlardan olmayacağız. Çünkü Rabbimiz zor anlarında kendini hatırlayıp düzlüğe çıktığında unutanları şöyle ifade ediyor:
وَاِذَا مَسَّ النَّاسَ ضُرٌّ دَعَوْا رَبَّهُمْ مُنٖيبٖينَ اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَٓا اَذَاقَهُمْ مِنْهُ رَحْمَةً اِذَا فَرٖيقٌ مِنْهُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ
İnsanların başına bir sıkıntı gelince yalnız rablerine sığınarak O’na yalvarırlar; sonra onlara kendi katından bir nimet tattırdığında bakarsın ki bir kısmı kalkıp rablerine ortak koşar.
لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْؕ فَتَمَتَّعُوا فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler bakalım! Safa sürün! Yakında göreceksiniz![4]
Bizler Müslüman’ız ve her durumda Rabbimizin rızasına talibiz. Fakat günaha ve hataya açık olan bir varlık olarak Rabbimizden neyi, nasıl isteyeceğimiz hususunda yanılgıya düşeriz. Rabbimiz kulunun duasına dikkat etmesi gerektiğine şöyle vurgu yapmaktadır:
وَيَدْعُ الْاِنْسَانُ بِالشَّرِّ دُعَٓاءَهُ بِالْخَيْرِؕ وَكَانَ الْاِنْسَانُ عَجُولاً
İnsan, şerri de hayrı istediği gibi ister. İnsan pek acelecidir![5]
Bizler Rabbimizden ancak hayırlı olanı isteriz, şer olanı istemekten Rabbimize sığınırız. Ancak bazı Müslüman kardeşlerimiz bu noktada ağızlarından çıkan kelimeleri ya kavrayamamakta, ya da inancındaki zafiyeti ortaya koymaktadır.
Şimdi birçok sefer denk geliyoruz: “Ya Rabbi! Bana piyangoyu nasip et! diye dua ediyor. Bana şu kimsenin malına el koyabilmeyi nasip et! “ Gibi İslam ile bağdaşmayacak, bir kula yakışmayacak ifadelere şahit oluyoruz.
Aslında bizler gerçekten iman taşısak biliriz ki Rabbimiz bize çok yakındır:
وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَادٖي عَنّٖي فَاِنّٖي قَرٖيبٌؕ اُجٖيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ فَلْيَسْتَجٖيبُوا لٖي وَلْيُؤْمِنُوا بٖي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
Kullarım sana beni sorduklarında bilsinler ki şüphesiz ben onlara çok yakınım, bana dua ettiğinde dua edenin dileğine karşılık veririm. Şu halde benim davetime gelsinler ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulabilsinler.[6]
Zaten kulluğumuzun sırrı da burada ortaya çıkıyor:
De ki: “Kulluğunuz ve duanız olmasa Allah size ne diye değer versin!
Peki! Dua nedir? Nasıl yapılmalıdır? Nelere dikkat edilmelidir? Şimdi bu sorulara cevap arayalım.
Aslında dua bir sırdır. Kalpte beliren, akılda şekillenen, dilde ifadeye dökülen, kul ile Rabbi arasındaki bir sır.
Bu sır öyle bir haldir ki! Kul yatağına yatıp, yastığa başını koyduğunda, gözlerini kapatıp, dilini susturup, kalbini konuşturduğu ve perdeleri aralayıp Rabbine ulaştığı, başka tatlarla ifade edilmeyecek en güzel andır.
Yine bu sır öyle bir andır ki! Yaptığı işten sıyrılıp ruh ile bedeni ayrı hale getiren, bedeni dünya işine, kalbini Rabbine teslim ettiği bir andır.
Yine o öyle bir sırdır ki! Bazen bir namazda, bazen bir Allah kelamında, bazen kuytu bir köşede gözünden damla damla dökülen yaşı gizleme çabası içerisindeyken, tüylerin diken diken olup, kalbin yerinden çıkarcasına atmasıdır.
Her kulda farklı tezahür eden birçok sır vardır ama o sırra nasıl ulaşılır?
O sırrın başı işittik ve itaat ettik diyerek Rabbinin gücünü sorgulamamaktan geçer!
Eğer ki sorgularsan, her emrinde bir açık ararsan, ibret ile bakmazsan, Nasreddin hocanın durumuna düşersin!
Bir gün Hoca, köyüne dönerken ulu bir ceviz ağacının altına soluklanmak için oturmuş. Ağacın yanında bal kabağı tarlası varmış. Hoca:
– Hey güzel Allah’ım, demiş, kavuğum kadar bal kabağının serçe parmağım kadar sapı var. Şu boylu poslu ağacın meyveleri eşeğin gözü kadar bile değil.
O böyle tefekkür ededursun, bir ceviz pat diye alnına düşmez mi? Alnı ceviz gibi şişmiş.
Hoca bir cevize, bir kabaklara bakıp:
– Güzel Allah’ım, demiş, sözümü geri aldım. Altında oturduğum ağacı ya bal kabağı ağacı yapsaydın!
Rabbim kullarını çeşitli vesilelerle uyarır, eğer kul uyarıyı anlarsa gerçek mümin olma sıfatını üzerinde taşır.
Ancak duanın adabını bilmeyen bazı kardeşlerimizin şöyle söylediklerine rast geliyoruz: “Ben dua ediyorum, duam kabul olmuyor”
Allah'a dua eden herkese, Allah icabet eder. Bu icabet, ya dünyada peşin olur, ya da ahrete saklanır, yahut da dua ettiği miktarca günahından hafifletilmek suretiyle olur, yeter ki günah talep etmemiş veya sıla-ı rahmin kopmasını istememiş olsun, ya da acele etmemiş olsun.[7]
Bizler hem duanın kabulünün gereklerini bilmiyor ve uygulamıyoruz, aynı zamanda da duamızın hemen kabul edilmesini bekliyoruz.
Hâlbuki biz bilemeyiz Rabbimizin bizim için ne murat ettiğini, onun için ısrarla bir şeyi isteriz de onun bizim için daha hayırlısını istediğini idrak edemeyiz.
وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـٔاً وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـٔاً وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْؕ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz bilmezsiniz.[8]
Bize düşen kibirden uzak, helaller için çaba sarf eden, haramlardan uzak duran, sürekli cihad etme düşüncesi ve fiili içerisinde, isteklerimizi Rabbimize sunmaktır.
Ancak kimse bu dünyada dikensiz gül bahçesi beklememeli!
Biz eğer gerçekten iman etmişsek bileceğiz ki! Rabbimizin kahrı da hoştur, lütuf’u da hoştur.
Değerli kardeşlerim:
Dua o dur ki! Ümmeti hatırlatsın, davayı hatırlatsın, akrabayı hatırlatsın, ana babayı hatırlatsın, çocuklarımızı hatırlatsın!
Rabbim bizleri bencilce sadece kendi için isteyenlerden etmesin!
Dua odur ki! Eller semaya kalktığında bulut olup yağmura dönüşsün!
Dua o dur kir! Düşmanın üzerine bomba olup yağsın!
Dua o dur kir! Kişiyi cennete ulaştırıp, cehennemden azat etsin!
Böyle karşılık bulacak dualar ise süslü sözlerle, uzun ifadelerle ortaya koyulan, içinde kibri ve menfaati barındıran dualarla olmaz!
Çünkü Rabbimiz duanın kaidesini şöyle ortaya koymaktadır:
اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًؕ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدٖينَ
Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez.
وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاًؕ اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَرٖيبٌ مِنَ الْمُحْسِنٖينَ
Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a korkuyla ve ümitle dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır.[9]
Rabbim bizleri duaları kabul olunan kullarının arasına dâhil eylesin!
Rabbim bizleri istikamet üzere yaşayıp, rızasına kazanmış bir şekilde kendine varanlardan eylesin!
[1] Furkan 77
[2] Mümin 14
[3] Ebû Dâvud, Vitr, 25; Tirmizî, Kıyâme, 8; İbn Hanbel, Müsned, I, 336
[4] Rum 33-34
[5] İsra 11
[6] Bakara 186
[7] Tirmizî, Daavât 145
[8] Bakara 216
[9] Araf 55-56