KURTULUŞA ERENLER KİMLERDİR?
Değerli kardeşlerim:
İnsanoğlu yaratılıp da cennetin nimetleri ile mutlu ve mesut olduğu o zamanlara fıtratından gelen bir içgüdü ile özlem duyar.
Peki! İnsanoğlu cennete özlem duyar da, orayı kazanma hususunda ne kadar çaba sarf eder?
Bu mesele cevabi verilmesi zor olan bir soru olsa da, yaşadığımız hayatın içerisinde edindiğimiz tecrübeler ışığında şunu diyebiliriz ki, insan nefsinin hoşuna giden her şeyin kendisinin olmasını isterde, onun için çaba sarf etmek istemez.
Ancak dünyada ve ahrette hiç bir güzellik çabasız elde edilmez!
Peki! Arzuladığımız o cennete girebilmek için sarf etmemiz gereken çabanın şartları nelerdir?
Cennet için İslam'ın bütün emirlerinin kabul edilmesi ve yasakladıklarından uzak durulması başlıca görevken, bunun ayrıntılarını Allah Resulü s.a.v şöyle açıklıyor:
Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız. [1]
Allah Resulünün beyanına baktığımız zaman üç hususu görüyoruz; İman, sevgi, selam.
Müslüman hangi şart altında olursa olsun kendi çıkarına dahi dokunsa Rabbinin kitabını, Resulünün sünnetini hedef alarak iman dairesi içinde kalarak kardeşi için fedakârlık yapma çabası içinde selamı yayarak sevgisini ortaya koymalıdır.
Rabbimiz birçok ayette ancak akıl sahipleri öğüt alır derken Allah Resulü s.a.v buna şöyle işaret etmektedir:
Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Aciz kişi de, nefsini duygularına tabi kılan ve Allah'tan dileklerde bulunup durandır (bunu yeterli görendir). [2]
Nefis insana “sadece kendin için yaşa, bu dünyaya bir daha mı geleceksin, gününü gün et, hayatın tadını al!” gibi öğütler vererek onu sapıttırmak ister.
Günaha açık olan bizler bilmeliyiz ki, Rabbimizin affı büyük olandır. Ancak o affa ulaşmak için kulun yerine getirmesi gereken bazı hükümlülükleri olduğunu idrak etmesi gerekir!
Rabbimiz affının genişliğini ve bu affa giden yolun ne olduğunu şöyle ifade ediyor:
وَسَارِعُٓوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُۙ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّقٖينَۙ
Rabbinizin mağfiretine mazhar olmak ve takva sahipleri için hazırlanmış olup gökler ve yer kadar geniş olan cennete girmek için yarışın! [3]
اَلَّذٖينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَالْكَاظِمٖينَ الْغَيْظَ وَالْعَافٖينَ عَنِ النَّاسِؕ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنٖينَۚ
Onlar (takva sahipleri) bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah işini güzel yapanları sever. [4]
وَالَّذٖينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Onlar çirkin bir şey yaptıkları veya kendilerine kötülük ettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar da hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler. [5]
Şimdi kendi nefsimize bir soralım Rabbimizin ifade ettiği hususları ne kadar yerine getiriyoruz?
Rabbimizin bu emirleri nasıl yerine getirilir sorusuna sahabe efendilerimizin önde gelenlerinden Ebu zer Gifari r.a 'ın hayatıyla örnekleyelim:
İslam'a inananların beşincisidir. Ğifar kabilesine mensup olup, Müslüman olmadan önce haram aylarda bile eşkıyalık yapan bir kimse iken, yaptığı bu kötü işlere rağmen putlara tapmayı da kabul etmeyen bir kimseydi.
Mekke'de ortaya çıkan İslam'ı merak ederek Mekke'ye gelmiş, Allah Resulünü dinledikten sonra Müslüman olup iki seferinde de dayak yediği halde Kâbe de Müslümanlığını ilan etme yiğitliğini göstermiş cesaret abidesi bir Müslüman.
Allah Resulünce kabilesine gönderilmesi ile kabilesinin Müslüman olmasına vesile olan, Medine de İslam devleti kurulunca suffe ehlinden olan Ebu Zer, hayatını Allah Resulün yoluna adayan gökteki yıldızlar bir yıldızdı.
Hz. Osman zamanında Şam valisi olan Muaviye’ye kendisine saray yaptırması sebebi ile muhalefet edecek kadar inancına sahip çıkan bir kişilik olarak, Müslüman nasıl olmalı sorusuna gösterilebilecek en güzel örneklerden biridir.
Ebu Zer için Allah Resulü s.a.v şöyle buyuruyor: "Gök kubbenin altında ve yeryüzünün üstünde Ebû Zer den daha doğru sözlü kimse yoktur" [6]
Unutmamız gerekir ki, bizler günahkâr kullarız ve hataya açığız. Bize düşense Allah Resulünün ifade ettiği vasfı üzerimizde taşımak:
Bütün Âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir. [7]
Rabbim bizden günahsızlık değil, günahına pişman olmamızı ve kendisine yönelip af dilememizi istiyor.
Nitekim kutsi hadiste Rabbimizin bu isteğini Allah Resulü s.a.v şöyle haber veriyor:
Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah, günah işleyen ve günahlarından tövbe ve istiğfar eden bir topluluk yaratır da onları bağışlardı. [8]
Rabbim bizlerden ne beklediğini kitabında şöylece beyan ediyor:
قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّٖي لَوْلَا دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَاماً
(Ey Muhammed) De ki: "Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin. ( Bu açıkça beyan edilmişken ) Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak. [9]
Kurtuluşa erenlerden olmak istiyorsan Ebu Zer'in yaşadığı değişimi yaşamak zorundayız. İşte o zaman daha dünyada iken Rabbimiz bizi değerli kılar, yanına aldığında da cenneti ile muamele görenlerden eyler.
Rabbim bizlere kötülüklerden iyiliklere hicret edecek imanı nasip eylesin, bizi istikametten ayırmasın!
[1] Riyazü's Salihin Hadis No: 849
[2] Riyazü's-Salihin Hadis No: 67
[3] Âl-i İmrân 133
[4] Âl-i İmrân 134
[5] Âl-i İmrân 135
[6] Tirmizi, Menakıb, 35
[7] İbn Mâce, Zühd, 30
[8] Müslim, Tevbe 10
[9] Furkan 77