MUHARREM AYININ FAZİLETİ VE AŞUREDEKİ MANA
Değerli Müslümanlar:
İnsanoğlu zamanı hoyratça kullanırken aslında zaman onu tüketmektedir. Tükenen bu yalancı dünyanın saatleri aleyhimize işlerken akıllı olan kimse onu değerlendirme hususunda gayret gösterendir. Gayret de bilmeye, bilmekte tecrübeye dayanır. Tecrübe ise tarihin akışı içinde bize öğrettiği gerçeklerdir. Tarihin bize ışık tutacağı bilgilerin en net göstergeleri de Rabbimizin bize beyan ettiği kitabında ki bilgiler ve o kitabın bize ulaşmasına vesile olan peygamberinin bize öğrettiği sünnetidir.
Bugün size anlatmak istediğimiz de işte bu tecrübelerin bir parçası olan muharrem ayının içinde olan olayların acı ve tatlı tecrübeleridir.
Muharrem ayı dediğimiz zaman aslında akla güven ve sadakat gelmesi gereken bir ay iken içinde yaşanılan acı tecrübeler bizi bunu anlamaktan uzaklaştırmıştır.
Rabbimiz Muharrem ayını ifade ederken şöyle buyurmaktadır:
اِنَّ عِدَّةَ الشُّهُورِ عِنْدَ اللّٰهِ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِ يَوْمَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ مِنْهَٓا اَرْبَعَةٌ حُرُمٌۜ
“Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü (Zilkade, Zihicce, Muharrem, Recep) haram aylardır.” [1]
İslam öncesi Mekke ahalisinin bile dikkate aldığı bu aylar güvenli bir ortamın sağlanması ve savaşların durmasına olanak vererek barışın hâkim kılınmasına vesile olmaktaydı.
İslam’ın insanlığı hakka daveti ile beraber önceden beri değerli olan bu ayları İslam tasdik etmiş ve bu aylarda ibadetlerin karşılığını ortaya koyarak bizlere haber vermiştir.
Haram aylardan biri olan Muharrem ayı ile ilgili olarak da Allah Resulü s.a.v şöyle buyurmaktadır:
“Ramazan orucundan sonra en fazîletli oruç Allah’ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur.” [2]
Aynı zamanda Allah Resulü s.a.v aşure orucunun da faziletini şöyle ortaya koymaktadır:
“Aşure günü orucunun önceki yılın günahlarına keffâret olacağını zannederim.” [3]
Muharrem ayı ibadet açısından değer ifade ederken aynı zaman da ibadetlerin zamanını belirleyen hicri takvimin başlangıcını ifade ederken aynı zaman da hicreti temsil eder.
Hicret dediğimiz Allah Resulünün Mekke’den Medine’ye hicretini esas almakla beraber başta Hz. İbrahim olmak üzere birçok peygamberin hicretini de temsil ederken aynı zaman da Hz. Nuh’un gemisine binmenin gerekliliğini ve birlikte olmanın nişanesi olan aşureyi hatırlatmaktadır.
Hicret demek genel anlamı ile sıkıntılardan sonra inancını ve namusunu koruma adına daha huzurlu bir yere gitmeyi ifade etse de aynı zamanda muharrem ayı Peygamber efendimizin güllerinden biri olan Hz. Hüseyin’in hicretini ve sonrasında bizi hüzne boğan katledilişini ifade eden kerbelayı hatırlatmaktadır.
Bu hatırlatmalardan bizlere ders olacak iki olayı açmak gerektiği kanaatindeyim. Bunlardan birincisi Nuh tufanıdır. Dokuz yüz elli senelik bir tebliğin ardından kâfirlerin alayları arasından Allah’ın emri ile inancın bir göstergesi ile hazırlığı yapılan bir gemi ve o gemiye binmemek için direnen bir Kenan’ı hatırlamak gerekiyor.
Buradan çıkarılacak ilk ders hakkın gemisi limandan kalkıyorsa kurtuluşa erecek olanlar ancak o gemiye binenler olacağı gerçeğidir. O gemiye binmeden kurtuluşa ereceğini zannetmek ise ancak Kenan gibi helak olmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır.
O gemiye binmek ise ancak inanmak, kardeş olmak ve bir olmakla mümkün olacağının en güzel göstergesi de aşure olayıdır ki bunu da Müslümanların iyi okuması gerekir.
Aşure demek birçok kimsenin algıladığı gibi oruç tutmanın faziletli olduğu, aşure yemeğinin ikram edildiği bir zamanı ifade etmektedir ve de bu ifade doğrudur ancak asıl anlaşılması gereken içinde ki manadır.
Peki! Nedir o anlaşılması gereken mana!
Aşure hakkın gemisine binmeyi ifade ederken mesele sadece gemide olmak olmadığını ortaya koyan olay ise teslim olanların rotasını belirleyenin Allah olduğunun görülmesi ve bu mükâfata erişmenin de ancak o gemide olanların elinde olan her şeyi bir kazana doldurmaları sonucu ortaya çıkan ikramını yaptığımız o aşure yemeğidir.
Bereketin bir araya gelmek ve elindeki değerli olan şeyleri birleştirip paylaşmaktan geçtiğini anlamadan bir Müslüman şuur sahibi olamayacağını anlamayan oruçla aç kalır, aşure ile ağzı tatlanır ancak imanı gıdasız kalır.
İşte bu ifademiz ile aşurede ki güzelliği ifade ederken bundan nasibini almayanların nelere sebep olabileceklerini de ikinci değineceğimiz konu olan kerbala olayı ile ortaya koymaya çalışacağız.
Konuyu ele almadan önce şunu belirtmek gerekiyor ki insan kaderinden kaçamaz ancak tedbir alır sonrasında tevekkül eder. İşte bu noktada Hz. Hüseyin efendimize sahabe efendilerimizin ve çevresinin telkinlerine rağmen küfe ye gitme ısrarı sonuçları açısından bakıldığında istişareye uymanın önemini ortaya çıkarmaktadır.
Müslüman her işinde istişareye önem vermeli ve yapacağı işlerde araştırma yapmadan yola çıkılmaması gerektiğini ortaya koyan bir ders olarak bu olay bir kenara yazılmalıdır.
Hz. Hüseyin ve ashabına yapılan bu katliamın sebebi olan Yezid’in saltanat hırsını ortaya koyarak da bir Müslüman için ümmete verilecek en büyük darbenin koltuk sevdası olduğunu belirtmek gerekiyor.
Saltanat hırsına kapılanların yanında bulunan dalkavukların sayesinde daha da zalim bir sultan olma yoluna gireceğine örnek olarak kendisine emir buyrulmadığı halde sırf sultana yaranmak adına Hz. Hüseyin’in başını kesen Ömer Bin Sad’ın yaptığı katliamı görüyoruz.
Hâlbuki Yezid sadece Hz. Hüseyin’in kendisine itaat etmesini istemişti ama bu başıbozuklar yüzünden koparılan Hz. Peygamberin gülü sebebi ile asırlardır sönmeyen bir fitil ateşlenmiş ve bu yüzden ümmetin içinde kapanmayan bir yara açılmıştır.
Kâfirler ne zaman Müslümanlar bir araya gelecek olsa bu yarayı kaşımız ve birlikteliği sekteye uğratmıştır. Onun için saltanatı ümmetin yararına kullanmayanlar kâfirden daha tehlikeli ve münafıklardan daha zararlıdır. Saltanat peşine düşüp her şeyi mubah görenlerin kıldığı namazın, tuttuğu orucun, verdiği zekâtın hiçbir önemi yoktur.
İçinde bulunduğumuz ayın faziletinden faydalanmak isteyen ve bu sebeple cenneti uman kimseler mutlaka faydasız tartışmalardan kaçınmalı ve Müslümanları ileri getirmeyen sen haklıydın, biz haklıydık gibi tartışmalara girmek yerine nasıl bir oluruz derdinde olmalılar.
Bu noktada yapmamız gerekeni Rabbimiz bize açıkça şöyle beyan ediyor:
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَمٖيعاً وَلَا تَفَرَّقُوا
Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. [4]
Bizler rızaya ulaşmak istiyorsak Rabbimizin hükümlerine boyun eğmekten başka çaremiz yok! Bununda yolu ancak yine Rabbimizin şu beyanına kulak vermekle mümkün olacaktır:
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ۟
Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin. [5]
Ancak yaşanılan olaylara baktığımız zaman durumumuz Temel İle Dursun’un hikâyesine benziyor:
Temel ile Dursun sinemaya gitmişler. Film bir kovboy filmi. Filmin bir sahnesinde Kovboy atını dört nala sürüyormuş. Önünde dev bir uçurum var ve Kovboy bundan habersiz. Temel Dursun'a demiş ki:
-Ula dursun gel bahse girelim bu kovboy uçurumdan aşağı düşmez.
Dursun: -Tamam! Girelim bende düşer diyorum. Nesine?
Temel: - 100 lirasına.
Kovboy gitmiş gitmiş ve uçurumdan aşağı düşmüş. Temel çıkarmış Yüz lirayı:
- ula dursun sen kazandın al demiş.
Dursun: - Yok alamam, haksızlık olur. Ben bu filmi daha önce izlemiştim.
Temel: -Ula Dursun bende bu filmi daha önce izledim ama o kovboyun aynı hatayı tekrar yapmayacağını düşünmüştüm!
Maalesef film aynı film, sonuç aynı sonuç ama ne yazık ki ders almama konusunda ısrar ediyoruz.
Bu anlattıklarımızın ışığında kendine yol çizmeyenlerin tuttukları oruçların, verdikleri aşure ikramlarının Allah katında bir değer bulmayacağını bizler hatırlatıyoruz!
Kardeşlik derdi olmayan, ümmeti dert edinmeyen, kaba ve katı kalpli Müslümanların ümmete verecekleri ancak yeni kerbelalar olacaktır.
Rabbim bizleri kerbelaları yeniden yaşamaktan muhafaza eylesin!
Rabbim bizlere muharrem ayının güzelliklerini anlamayı ve hayatımıza tatbik edebilmeyi nasip eylesin!
[1] Tevbe 36
[2] Tirmizî, Savm, 40
[3] Tirmizî, Savm, 48
[4] Ali- İmran 103
[5] Hucurat 10